Evian doğal maden suları için "Live Young" sloganı ile bir reklam filmi hazırlanmış.
Teknoloji ile hayal gücü birleşince; Paten Yapan Bebeklerin yer aldığı bu bir dakikalık reklam 4 milyondan fazla tık almış.
İzleyin, sizin de hoşunuza gidecek!
KEBİKEÇ
10 Temmuz 2009 Cuma
9 Temmuz 2009 Perşembe
ACI'daki Hikmet

Verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah'ım!
"Gün gelecek Allah'a bana yaşattığı bu sıkıntılar için şükredeceğimi biliyorum" demişti bir arkadaşım. Belki de hayatının en zor günlerini yaşıyordu. Zorlukların insana ne kadar büyük dersler verdiğini uzun uzun konuşmuştuk.
Bir acının öğrettiğini bin kahkahanın öğretemeyeceği üzerine birçok örnekler vermiştik o konuşmamızda.
Aradan iki yıla yakın bir zaman geçince arkadaşımın haklı çıktığını gördük. O günlerin acı görünen olaylarının, kendisine ne kadar büyük kapılar açtığını gördükçe "verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah'ım!" demeye başladı.
Gündüzleri fırsat buldukça bir araya geldiğimiz arkadaşıma o günlerde aşağıdaki hikayeyi yollamıştım.
* * * * * * *
Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de pahalıya almamıştı. Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti.
Derken, birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi:
"Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben hep böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi."
Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve fincanı konuşuyordu! Kekeleyerek:
"Nasıl? Anlayamadım?" diyebildi yaşlı kadın.
"Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp:
"Yeter! Lütfen dur artık!" diye bağırmak zorunda kaldım.
Ama usta sadece gülümsedi ve; "Daha değil!" diye cevapladı beni."
Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada döndüm, döndüm, döndüm. Döndükçe başım da döndü. Sonunda yine haykırdım:
"Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık dönmek istemiyorum!"
Ama usta bana bakıp gülümsüyordu:
"Henüz değil!"
Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı. Onu şimdi fırının penceresinden görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu.
Aklımdan şöyle geçiyordu: "Beni yakarak öldürecek!"
Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan da bağırıyordum:
"Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!"
Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala gülümsüyor ve:
"Daha değil!" diyordu.
Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı. Şimdi rahat nefes alabiliyordum, fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi.
Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı. Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum. "Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!" dedim.
Onun cevabı ise aynıydı:
"Henüz değil!"
Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı. Korkudan ölecektim.
"Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!" diye bağırdım.
Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir öncekinin iki katına çıkardı.
"Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!" diye düşündüm.
Pencereden bakıp ona yine yalvardım, ama o yine "Daha değil!" diyordu.
Ancak bu defa ustanın yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm. Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki, kapak açıldı ve ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım, hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi:
"Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir bakmak ister misin?"
Ona:
"Evet" dedim.
Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve:
"Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım."
"Evet bu sensin!" dedi usta. "Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir fincan haline geldin. Eğer sen bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin. Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz olacaktın. Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın. Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı. Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu. Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde."
Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim:
"Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet! Bana zarar vereceğini düşündüm. Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim. Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum. Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana verdiğin için teşekkür ederim…Teşekkür ederim."
* * * * * *
Usta fincanı, Yaratıcı insanı şekillendirir. Yeter ki acı da ki hikmeti görelim. Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir öğrenebilsek…
8 Temmuz 2009 Çarşamba
ŞU SON KAŞIK
Derin Aktan

Hiçbir çocuk ( tabii ki, herhangi bir sağlık sorunu olmayanlardan bahsediyoruz), bir kaşık daha az yedi diye hastalanmaz veya başka bir şey olmaz.
“Merak etme,” dedi annem bilge bir ses tonuyla “geçer,” ben üstümdeki kusmukları temizlerken.
Biraz evvel küçük kızım, mamasının son kaşığını yutmuş ve arkasından da ne yediyse hepsini çıkarmıştı.
Bir taraftan muz karışımı bulamacı temizlemeye uğraşıyor, bir yandan da o “son kaşığı” verdiğim için kendime sinir oluyordum.
Bu sırada annem yine aynı ses tonuyla: “Sen de böyleydin, biraz büyüyünce geçer,” dedi.
İçim bir umut doldu: “Sahi mi, ne zaman geçer?”
“Ne bileyim, sen üçüncü sınıfta falandın galiba.”
Bizim kız daha 8 aylıktı, aynı hızla dünyam karardı!
Hiçbir çocuk (tabii ki, herhangi bir sağlık sorunu olmayanlardan bahsediyoruz), bir kaşık daha az yedi diye hastalanmaz veya başka bir şey olmaz.
Ama o bir kaşık için, çocuğu zorlamak, kendinizi de onu helak etmek, ileride beslenme bozukluklarına sebep olabilir.
Çocuklardaki yeme sorunları, psikolojik bazı etkenlerden kaynaklanabileceği gibi, ebeveynlerin anlamsız ısrarları sonucu olarak da ortaya çıkabilir.
Beslenme konusunda tabii ki titiz olmak gerek. Ama bunu abartıp, çocuğun ağzından burnundan sokuşturup, olmadık yöntemler kullanmak, biraz daha büyüdükten sonra çocuğun kendi lehine bir avantaj yaratmasına ve istediklerini yaptırmak için bu avantajı anne-babaya karşı kullanmasına neden olabilir. Bunun sonucunda, en kötüsü de çocuğun karnını doyurabilecekken aç kalmasıdır.
Ayrıca, belirlenen miktarın verilmesi kadar, çocuğun doyma kapasitesini de dikkate almak gerek. Bir öğün daha az yediğini, sonraki öğün telafi etme imkânı her zaman vardır.
Her beslenme öğünü çocuğun aynı zamanda anneyle iletişime geçtiği bir zaman dilimidir. Çocuk sadece karın doyurmaz, aynı zamanda anneyle bir ilişki modeli de geliştirir ki, bu daha ileriki yaşlarda hem kendi karakterinin oluşmasında, hem de ailesi ile iletişiminde önemli rol oynar.
Yani, illâ böyle bir saplantınız varsa: şu “son kaşığı” bari kendinize göre değil, çocuğunuza göre belirleyin.

Hiçbir çocuk ( tabii ki, herhangi bir sağlık sorunu olmayanlardan bahsediyoruz), bir kaşık daha az yedi diye hastalanmaz veya başka bir şey olmaz.
“Merak etme,” dedi annem bilge bir ses tonuyla “geçer,” ben üstümdeki kusmukları temizlerken.
Biraz evvel küçük kızım, mamasının son kaşığını yutmuş ve arkasından da ne yediyse hepsini çıkarmıştı.
Bir taraftan muz karışımı bulamacı temizlemeye uğraşıyor, bir yandan da o “son kaşığı” verdiğim için kendime sinir oluyordum.
Bu sırada annem yine aynı ses tonuyla: “Sen de böyleydin, biraz büyüyünce geçer,” dedi.
İçim bir umut doldu: “Sahi mi, ne zaman geçer?”
“Ne bileyim, sen üçüncü sınıfta falandın galiba.”
Bizim kız daha 8 aylıktı, aynı hızla dünyam karardı!
Hiçbir çocuk (tabii ki, herhangi bir sağlık sorunu olmayanlardan bahsediyoruz), bir kaşık daha az yedi diye hastalanmaz veya başka bir şey olmaz.
Ama o bir kaşık için, çocuğu zorlamak, kendinizi de onu helak etmek, ileride beslenme bozukluklarına sebep olabilir.
Çocuklardaki yeme sorunları, psikolojik bazı etkenlerden kaynaklanabileceği gibi, ebeveynlerin anlamsız ısrarları sonucu olarak da ortaya çıkabilir.
Beslenme konusunda tabii ki titiz olmak gerek. Ama bunu abartıp, çocuğun ağzından burnundan sokuşturup, olmadık yöntemler kullanmak, biraz daha büyüdükten sonra çocuğun kendi lehine bir avantaj yaratmasına ve istediklerini yaptırmak için bu avantajı anne-babaya karşı kullanmasına neden olabilir. Bunun sonucunda, en kötüsü de çocuğun karnını doyurabilecekken aç kalmasıdır.
Ayrıca, belirlenen miktarın verilmesi kadar, çocuğun doyma kapasitesini de dikkate almak gerek. Bir öğün daha az yediğini, sonraki öğün telafi etme imkânı her zaman vardır.
Her beslenme öğünü çocuğun aynı zamanda anneyle iletişime geçtiği bir zaman dilimidir. Çocuk sadece karın doyurmaz, aynı zamanda anneyle bir ilişki modeli de geliştirir ki, bu daha ileriki yaşlarda hem kendi karakterinin oluşmasında, hem de ailesi ile iletişiminde önemli rol oynar.
Yani, illâ böyle bir saplantınız varsa: şu “son kaşığı” bari kendinize göre değil, çocuğunuza göre belirleyin.
3 Temmuz 2009 Cuma
CUMA GÜNÜ FIKRALARI
leblebi
Havadan sudan yazmak üzere bilgisayarın başına oturmuştum. Sıcak havalardan mı, yoksa bu havalarda çalışmak zorunda olduğumdan mı bilemeyeceğim, keyfimi yerine getirmek üzere nette okuduğum konuları rast gele seçilmiş fıkraları paylaşmak istedim. Neşeli günler:)
Temel ve Dursun trenle yolculuk yaparken,bir sığır çiftliğinin önünden hızla geçiyormuş.Temel tahmin etmiş:

-Dursun burada tam 397 sığır var..
-Ula Temel,nasıl saydın?Vızz diye geçtuk daa..
-Kolaydur. Ayaklarını sayıp dörde bölüyorum.
- Ben bir roman yazdım, al oku; bakalım beğenecek misin, demiş.
Ve kendisine kalınca bir kitap vermiş. Öteki deli, bir hafta boyunca okumuş romanı. Sonunda arkadaşı deliye:
- Romanın çok ilginç, demiş; yalnız biraz kalabalık, çok isim var içinde.
Kitabı veren deli:
- Al, demiş, ikinci cildini de oku.
Ve kalınca bir kitap daha vermiş. Yine aradan bir zaman geçmiş. Romanın ikinci cildini de alan deli:
- Bunu da okudum, demiş; gerçekten çok ilginç ama, bu da çok kalabalık; çok isim var içinde...
O sırada akıl hastanesinin doktoru gelmiş üstlerine:
- Verin bakayım, demiş, o telefon rehberlerini. Ne zaman aldınız bunları; ben de kaç gündür onları arıyordum!
***
İki evli kadın bir akşam kocalarını evde bırakıp kadın kadına eğlenmek için bir bara gitmişler ama içkinin dozunu fazla kaçırmışlar ve dışarı yalpalayarak çıkmışlar. İkisi de fena halde sıkışmış ama ortada tuvalet hesabına hiçbir şey yokmuş. Yalnız biraz ileride mezarlık varmış ve iki arkadaş tek çare olarak oraya gitmişler. İkisi de karanlıkta işlerini görmüşler ama temizlenmek için tabii orada tuvalet kâğıdı vs yokmuş. Kadınlardan birisi sarhoş kafayla külotunu çıkarıp tuvalet kâğıdı niyetine kullanmış sonra da orda bir yere atmış. Diğer kadın ise ''ben külodumu çıkartmam'' demiş. Mezarlıktaki çelenklerden birinin üzerindeki kâğıdı almış o da onunla temizlenmiş, sonra iki kadın birlikte eve dönmüşler. Ertesi sabah kadınlardan birinin kocası ötekinin kocasına telefon etmiş:
- Verin bakayım, demiş, o telefon rehberlerini. Ne zaman aldınız bunları; ben de kaç gündür onları arıyordum!
***
İki evli kadın bir akşam kocalarını evde bırakıp kadın kadına eğlenmek için bir bara gitmişler ama içkinin dozunu fazla kaçırmışlar ve dışarı yalpalayarak çıkmışlar. İkisi de fena halde sıkışmış ama ortada tuvalet hesabına hiçbir şey yokmuş. Yalnız biraz ileride mezarlık varmış ve iki arkadaş tek çare olarak oraya gitmişler. İkisi de karanlıkta işlerini görmüşler ama temizlenmek için tabii orada tuvalet kâğıdı vs yokmuş. Kadınlardan birisi sarhoş kafayla külotunu çıkarıp tuvalet kâğıdı niyetine kullanmış sonra da orda bir yere atmış. Diğer kadın ise ''ben külodumu çıkartmam'' demiş. Mezarlıktaki çelenklerden birinin üzerindeki kâğıdı almış o da onunla temizlenmiş, sonra iki kadın birlikte eve dönmüşler. Ertesi sabah kadınlardan birinin kocası ötekinin kocasına telefon etmiş:
-''Baksana sana ne diyeceğim, seninkiyle benimki dün gece birileriyle fingirdeştiler galiba...Benimki eve sarhoş geldi üstelik külotsuzdu.''
-''Oooo senin ki gene iyi, benimki kapıdan içeri girdiğinde poposundan seni asla unutmayacağım yazılı bir kâğıt sarkıyordu...”
***
Adamın birinin evinde yangın çıkmış. Komşuları yardıma koşmayıp olayı seyretmeye başlayınca iş başa düşmüş. İlk önce oğlunu yangının içerisinden çıkarıp dışarıda beklemesini söylemiş. Dalmış tekrar duman ve ateşin içerisine, kızını çıkartmış dışarıya. Sonra karısını, sonra köpeği ve kedisini. Daha sonra dışarı hiçbir şey getirmeden 3 kere daha içeri girmiş çıkmış. Onu seyreden komşularından biri sormuş:
- “Niçin yanan eve girip çıkıyorsun dışarı hiçbir şey getirmiyorsun?”
- "Kayinvalidem içeride!" demiş adam; "arada bir girip çeviriyorum!".
***
İstanbul'da üniversitede okuyan genç kız Ankara'daki babasına telefon eder;
***

- “Niçin yanan eve girip çıkıyorsun dışarı hiçbir şey getirmiyorsun?”
- "Kayinvalidem içeride!" demiş adam; "arada bir girip çeviriyorum!".
***

- ''Baba, merhaba Ben Lâle''.
- ''Ooooo Güzel kızım benim. N'abersin bakalım?''.
- ''Hiç sorma babacığım. Hiç keyfim yok valla''.
- ''Hayırdır? Bi sorun'mu var?''.
Kız ağlamaya başlar babası ise üzüntü ve meraktan kafayı yemektedir;
- ''N'ooldu kızım? Anlatsana!”
- ''Murat evi terketti. Boşanmak istiyormuş''.
- ''Ne evi lan? Ne boşanması? Sen ne zaman evlendin de boşanıyorsun!”
- ''Hani senin hiç hoşlanmadığın esrarkeş çocuk vardı ya ben onunla evlendim.''
- ''iyi halt ettin, zilli neyse, artık yapacak bi şey yok. Versin mahkemeye, hemen boşanın.''
- ''Boşanalım ama benden 10 milyar istiyor. Eğer vermezsem, iyi zamanlarımızda çektiği çıplak fotoğraflarımı internetten herkese yollayacakmış.''
- ''Püüh. Rezil... Çıplak fotoğraf çektirdin, öyle mi?''
- ''Ama babacığım O benim kocamdı. Ne biliyim böyle bir puştluk yapacağını.''
- ''Peki Olan olmuş artık. Yarın havale ederim parayı öğleden sonra Bankaya gidip çekersin sonra da alıp yakarsın o kahrolası fotoğrafları.''
- ''Sağol baba. Eeee şey bi de kürtaj için 2 milyara ihtiyacım var.''
Adam artık iyice fenalaşır. Boğuk bir sesle konuşur;
- ''Kürtaj mı? Bi de hamile'mi kaldın o çocuktan sen? .''
- ''Aslında ondan değil... Zenci bi çocuk vardı... Zaten o yüzden ayrılıyoruz ya.''
Adam bayılmak üzeredir.
Nabzı yükselir, tansiyonu düşer, artık inleyerek konuşmaktadır;
- ''Biz seni oraya okumaya yollamıştık. Sen ne haltlar çevirmişsin. Allahım nedir bu başımıza gelenler okulu bitirir bitirmez Ankara'ya dönüyorsun, yoksa kırarım bacaklarını.''
- ''İstersen hemen dönebilirim babacığım. Ben geçen yıl okuldan atıldım çünkü.''
Adam masanın üzerindeki soğuk su dolu sürahiyi başından aşağıya devirir ve ancak bu şekilde konuşmasını sürdürür;
- ''Okuldan mı atıldın? Hani birlikte avukatlık yapacaktık, zilli? Eh ulan sen hele bi gel buraya ben sana yapacağımı bilirim. Evden dışarıya adım attırmıycam sana, ilk isteyenle de evlendiricem.''
- ''O iş zor be baba biliyorsun, moda oldu, artık evlenmeden önce eşler birbirlerinden sağlık raporu istiyorlar pekiyi bi rapor sunacağımı zannetmiyorum ben.''
- ''Allahım, çıldıracağım bir de cinsel hastalıklar haaa... kesin o zencidendir.''
- ''Çok pis arkadaşları vardı. Bilmem artık hangisinden kapmışımdır.''
Güm diye bir ses duyulur. Adam kısa bir süre için kendinden geçmiştir ancak hemen kendisini toparlayıp tekrar telefonu alır.
- ''Hemen bu akşam dayını yolluyorum oraya seni alıp gelecek. Adresini ver bakim.''
- ''Mahmutpaşa Karakolu'ndayım gelirken kefalet için de biraz para getirsin yanında.''
- ''Karakol'mu? Bi de karakola mı düştün layyynnn? Ne yaptın?''
- ''Dün kafam çok bozuktu, çok içmişim. Araba kiralayıp dolaşmaya çıktım. O kafayla Arnavutköy'de kokoreççi dükkânına girdim. Ama neyse ki kimse ölmedi. Dükkân sahibiyle kiralık araba firmasına biraz para vermek gerekir sanırım.''
Adam artık iyice fenalaşmıştır. Hatta fenalaşmak ne kelime adeta kahrolmuştur. Telefonda kısa bir sessizlik olur. Kız tekrar konuşmaya başlar;
- ''Babacığım sakın üzülme bütün bunlar bir şakaydı. Ben sadece sınıfta kaldığımı söylemek için aramıştım.''
Bunun üzerine adam sevinçle ve mutlulukla haykırır;
- ''Canın sağolsun be güzelim, boşveeerrr. Okul'da neymiş? Hiç mühim değil, tatlı canın sağolsun senin...''
***
***
2 Temmuz 2009 Perşembe
SİDDARTHA – Hermann Hesse

Çocuk İnsanlar Arasında
SİDDARTHA TÜCCAR KAMASVAMİ’NİN evine gitti, buranın bir zengin konağı olduğu belliydi; kendisini kapıda bir uşak karşıladı, duvarları boydan boya halılarla kaplanmış uzun solanlardan geçip daha geniş bir bölmeye girdiler, evin efendisini burada beklemesi gerektiği söylenildi.
Çok geçmedi, Kamasvami içeri girdi, tez canlı, esnek düşünceli, yönetmesi kolay bir adama benziyordu, saçları iyiden iyiye kırlaşmıştı, zeka ve tedbirlilik bakışlarından okunuyordu, ihtiraslı dudakları vardı. Bey ve konuk birbirlerini dostça selamladılar.
“Bana” diye söze başladı tüccar, “sizin Brahman, bilgin bir kişi olduğunuz, bir tüccarın yanında iş aradığınızı söylediler. İş aradığına göre, herhalde sıkıntıya düşmüş olmalısın?”
“Hayır” dedi Siddartha, “sıkıntıya düşmedim, ben hiçbir zaman sıkıntıya düşmedim. Unutmayın ki ben Samanaların yanından geliyorum, onlardan biriydim, yanlarında yıllarımı geçirdim.”
“Samanaların oradan geliyorsan, nasıl olur da sıkıntı nedir bilmezsin? Samanaların malı mülkü olmaz ki!”
“Malı mülkü olmayan benim” dedi Siddartha, “eğer onu kastediyorsan” diye ekledi. “Elbette malım mülküm olmayacak. Ben öyle istedim. O bakımdan sıkıntıya düşmüş sayılmam.”
“Malın mülkün olmadığına göre neyle yaşamayı düşünüyorsun?”
“Onu daha düşünmedim efendim. Üç yıldır malsız mülksüz yaşıyorum, ama yine de şimdiye kadar, neyle yaşayacağım diye bir şey düşünmedim.”
“Demek ki başkasının malından mülkünden geçinmişsin.”
“İhtimal verilebilir. Tüccar da başkasının malından mülkünden geçiniyor.”
“Doğru söz. Ama sadece kendisine düşen payı alır, onu da bedava değil, tabii, karşılığında malını vererek alıyor.”
“Eylemlerimizdeki durum da bunu gösteriyor. Herkes alıyor, herkes veriyor, hayat böyle."
“Ama bir dakika: Malın mülkün yoksa ne vereceksin?”
“Herkes neyi varsa onu verir. Savaşçı gücünü, tüccar malını, öğretmen bilgisin, köylü pirincini, balıkçı balığını verir.”
“Çok güzel. Peki senin verecek olduğun ne? Öğrendiğin ne, ne yapabilirsin, ne becerirsin?”
“Ben düşünmesini beceririm, beklemesini, oruç tutmasını beceririm.”
“Hepsi bu kadar!”
“Galiba bu kadar!”
“Peki neye yarıyor? Örneğin oruç tutmak –ne işe yarar?”
“Çok işe yarar, efendim. Bir insanın yiyecek bir şeyi yoksa, yapacağı en akıllıca iş oruç tutmaktır. Örneğin, Siddartha oruç tutmasını öğrenmemiş olsaydı, bugün ya senin yanında ya da başka bir yerde herhangi bir işi kabullenmek zorunda kalacaktı, açlık onu zorlayacaktı çünkü. Ama Siddartha’ya gelince, o rahatça bekleyebilir, sabırsızlık, sıkıntı diye bir şey tanımaz, açlığın pençesine düşse bile gülmesini, bütün bunlara gülmesini bilir. İşte oruç tutmak bunun için iyidir, beyefendi.”
“Haklısın, Saman. Bir dakika bekler misin?”
Kamasvami dışarı çıktı ve elinde bir kâğıt tomarı ile geri döndü. Tomarı konuğuna uzatarak “bunu okuyabilir misin?” dedi.
Siddartha üzerinde bir satın alma anlaşması yazılı olan belgeleri gözden geçirdi ve okumaya başladı.
“Mükemmel” dedi Kamasvami “Lütfen, şöyle kâğıdın üzerine bir şeyler yazar mısın?” Kâğıt ve bir kalem uzattı. Siddartha yazdı ve kâğıdı geri verdi…
Kamasvami okudu: “Yazmak iyidir, düşünmek daha iyidir, zekâ üstündür, sabır daha üstündür.” (SİDDARTHA – Hermann Hesse, çeviren: M. Yılmaz Öner, e yayınları, Mart 1989)
Herkesin bir yaşam yolu ve bu yola ait bir haritası var muhakkak. Huzuru ararken, ruh bu haritada kişisel izleklerin peşinden gider, ama sonuçta yolculuk evrenseldir. Siddartha’da da, kendi yolunda giden bir ruhun, huzura ulaşmak için yaptığı evrensel yolculuk anlatılıyor.
Bu kitabı okurken, siz de kendi yolculuğunuzun izine rastlayabilir ya da sonsuz olasılıklar zincirinden ilham verici bir halkaya takılabilirsiniz. Kim bilir?
24 Haziran 2009 Çarşamba
YA ÇOCUĞUNUZ SİGARA İÇERSE?
Derin Aktan

... bu çocuklar, bir sabah aniden uyanıp: “Ya bu gün ben sigaraya başlayayım bari,” demiyorlar.
“Yok canım, olur mu öyle şey,” diyorsanız, büyük ihtimalle çocuğunuz 0-10 yaş arası ya da siz de sigara içmiyorsunuz.
“Olabilir mi acaba, içer mi?” diye endişelere kapılıyorsanız, ya çocuğunuz 15 yaş civarında ya da siz de sigara içiyorsunuz.
Sigara paketlerinin üzerine yazılmış “sigara öldürür” ibarelerine, “dumansız hava sahası” kampanyalarına ve sigara yasağına ilişkin kanunlara rağmen, biliyoruz ki hatırı sayılır sayıda gencimiz sigara içiyor ve sigaraya başlama yaşı her geçen gün düşüyor.
Yukarıdaki uygulamalardan hiç de ümitsiz değilim aslında. Ama bu bir kültür ve bilinç oluşturma çabası ve bunun da yerleşmesi yıllar gerektiriyor, hatta belki birkaç kuşak.
Peki bu arada biz ne yapacağız? Yani çocuklarımız sigaraya başlarsa?
Gözlerimizi kısıp, bir nefes daha çektikten sonra, elimizde tüten sigaralarla: “Bak yavrum sigara öldürür” mü diyeceğiz.
Ya da hafiften tehdit mi edeceğiz; “bacaklarını ve bilumum yerlerini kırarım senin” şeklinde.
Belki de en iyisi aymaza yatmaktır kim bilir?
Doğrusu bunların hiçbiri aklıma yatmıyor benim. Sigara içmek, olumsuz bir alışkanlık olarak kabul edilse de, toplumun önemli bir bölümü bu alışkanlığın esiri. Daha da önemlisi bir ekonomisi, bir pazarı var. Yani bu çocuklar, bir sabah aniden uyanıp: “Ya bu gün ben sigaraya başlayayım bari,” demiyorlar.
Doğdukları günden itibaren, bilinçaltına ekilenlerden baskın çıkanların sonucu oluyor bu durum.
Bazen sağlıklı yaşam dürtüsü kazanıyor, bazen de sigara içen aile bireylerinin görüntüleri ya da “büyüme, adam olma” öykünmesi.
Bence, hatırlamanın ve bilmenin herkese faydası olur: Kendi çocukluğunu hatırlamanın ve çocuğunun ne yaptığını bilmenin.
Hatırlayanlar, “ben asla böyle değildim” gibi yanılsamaların ardına fazlaca sığınamazlar. Bu da her tür iletişimin biraz daha yumuşak ve dostça olmasını sağlar.
Çocuğun ne yaptığını bilmek, paha biçilemez bir bilgidir ve yer üstünde buna değer bir para birimi olduğunu da sanmıyorum.
Böylece iletişim daha gerçekçi ve güvenilir olur.
Çocuğunuz sigara içerse ne mi yapacaksınız? Doğrusu ben de bilmiyorum. Cevabı sizde saklı: Alışkanlıklarınızda, davranış kalıplarınızda, gelenek ve göreneklerinizde.
Benim ilk aklıma gelen: “Başkasından alma, kendi sigaranı iç! Haa, bi de sigara öldürür haberin olsun!” demek oldu.
Tabii ki de yılmadım. Mücadeleye devam!

... bu çocuklar, bir sabah aniden uyanıp: “Ya bu gün ben sigaraya başlayayım bari,” demiyorlar.
“Yok canım, olur mu öyle şey,” diyorsanız, büyük ihtimalle çocuğunuz 0-10 yaş arası ya da siz de sigara içmiyorsunuz.
“Olabilir mi acaba, içer mi?” diye endişelere kapılıyorsanız, ya çocuğunuz 15 yaş civarında ya da siz de sigara içiyorsunuz.
Sigara paketlerinin üzerine yazılmış “sigara öldürür” ibarelerine, “dumansız hava sahası” kampanyalarına ve sigara yasağına ilişkin kanunlara rağmen, biliyoruz ki hatırı sayılır sayıda gencimiz sigara içiyor ve sigaraya başlama yaşı her geçen gün düşüyor.
Yukarıdaki uygulamalardan hiç de ümitsiz değilim aslında. Ama bu bir kültür ve bilinç oluşturma çabası ve bunun da yerleşmesi yıllar gerektiriyor, hatta belki birkaç kuşak.
Peki bu arada biz ne yapacağız? Yani çocuklarımız sigaraya başlarsa?

Gözlerimizi kısıp, bir nefes daha çektikten sonra, elimizde tüten sigaralarla: “Bak yavrum sigara öldürür” mü diyeceğiz.
Ya da hafiften tehdit mi edeceğiz; “bacaklarını ve bilumum yerlerini kırarım senin” şeklinde.
Belki de en iyisi aymaza yatmaktır kim bilir?
Doğrusu bunların hiçbiri aklıma yatmıyor benim. Sigara içmek, olumsuz bir alışkanlık olarak kabul edilse de, toplumun önemli bir bölümü bu alışkanlığın esiri. Daha da önemlisi bir ekonomisi, bir pazarı var. Yani bu çocuklar, bir sabah aniden uyanıp: “Ya bu gün ben sigaraya başlayayım bari,” demiyorlar.
Doğdukları günden itibaren, bilinçaltına ekilenlerden baskın çıkanların sonucu oluyor bu durum.
Bazen sağlıklı yaşam dürtüsü kazanıyor, bazen de sigara içen aile bireylerinin görüntüleri ya da “büyüme, adam olma” öykünmesi.
Bence, hatırlamanın ve bilmenin herkese faydası olur: Kendi çocukluğunu hatırlamanın ve çocuğunun ne yaptığını bilmenin.
Hatırlayanlar, “ben asla böyle değildim” gibi yanılsamaların ardına fazlaca sığınamazlar. Bu da her tür iletişimin biraz daha yumuşak ve dostça olmasını sağlar.
Çocuğun ne yaptığını bilmek, paha biçilemez bir bilgidir ve yer üstünde buna değer bir para birimi olduğunu da sanmıyorum.
Böylece iletişim daha gerçekçi ve güvenilir olur.
Çocuğunuz sigara içerse ne mi yapacaksınız? Doğrusu ben de bilmiyorum. Cevabı sizde saklı: Alışkanlıklarınızda, davranış kalıplarınızda, gelenek ve göreneklerinizde.
Benim ilk aklıma gelen: “Başkasından alma, kendi sigaranı iç! Haa, bi de sigara öldürür haberin olsun!” demek oldu.
Tabii ki de yılmadım. Mücadeleye devam!
23 Haziran 2009 Salı
POZİTİF DÜŞÜNCE NEDİR, NE DEĞİLDİR?
Kadir Tuğtekin Ok
.....Zihin, ne umuyorsa onu bulur.
.....Pozitif düşünce sadece bir haritadır.
Pozitif düşünce, sahip olduğumuz yargıların, fikirlerin, kullandığımız sözcüklerin başarıya ve gelişime doğrudan etki ettiğine inanan zihinsel yaklaşımdır. İyi ve olumlu sonuçlar ummak, bir zihinsel yaklaşımdır mesela… Pozitif zihnin beklentisi mutluluk, neşe, sağlık ve başarıdır. Zihin, ne umuyorsa onu bulur. Herkes pozitif düşüncenin gücüne inanmaz. Saçma ve faydasız bulur kimileri. Pozitif düşüncenin gücüne inanan insanların bir kısmı ise bu gücü nasıl kullanacaklarını bilmezler.
Aşağıdaki hikâye pozitif düşünce gücüne güzel bir örnek…
Aşağıdaki hikâye pozitif düşünce gücüne güzel bir örnek…
Bay A bir iş başvurusunda bulunmuştu. Ancak kendisine güvenmediği, kendisini başarısız bulduğu için işe kabul edilmeyeceğinden emindi. Başvuruda bulunan diğer kişilerin kendisinden daha başarılı olduğunu, seçilecek kişinin kesinlikle onlardan biri olacağını düşünüyordu. Mülâkat öncesindeki bir hafta boyunca zihnin olumsuz düşüncelerle ve başaramayacağına yönelik korkularla doldurdu. Reddedileceğinden emindi neredeyse. Mülâkat günü geç kalktı. Giymek istediği gömleğin kirli olduğunu fark etti. Diğer gömleğinin ise ütüye ihtiyacı vardı. Acelesi olduğu için kırışık gömleği giyip dışarı çıktı. Mülâkat boyunca oldukça gergindi. Bir taraftan buruşuk gömleğini düşünüyor, bir taraftan da şimdi kabul edilmediğini söyleyecekler diye telaşa kapılıyordu. Karnı da açtı, çünkü kahvaltı edecek vakti bulamamıştı. Tüm bu negatif düşünceleri mülakat sırasınca davranışlarına da yansımış ve kötü bir etki bırakmıştı. Sonuçta işe kabul edilmedi.
Bay B de aynı iş için müracaat etmişti. Fakat çok daha fazla pozitif bir yaklaşımı vardı. İşe kabul edileceğinden emindi. Mülâkat öncesi hafta boyunca işe kabul edildiği anı gözünde canlandırdı. Mülâkat tan önceki gecede giyeceklerini hazırladı. Erken kalkması gerekiyordu. Bu nedenle erken yattı. Mülâkat sabahı, uykusunu almış olarak kalktı. Kahvaltısını yaptı ve mülâkat yerine vaktinden önce vardı. Sonuç olarak işe kabul edildi. Çünkü iyi bir izlenim yaratmıştı.
Aslında Bay A ve Bay B tecrübe, iş yeterliliği ve donanım açısından benzer niteliklere sahiptiler. Fakat Bay B, zihnindeki pozitif düşüncenin gücü ve yaydığı enerji ile işe alınan taraf olmuştu.
Pozitif düşüncenin varlığına inanmayan veyahut inanıp da nasıl uygulayacağı konusunda herhangi bir fikri olmayan kişiler bu ve benzeri birçok hikâyeyi defalarca okumuş dinlemişlerdir. Ancak üstteki hikâyeden yola çıkarak analizi yapmak gerekirse, genelde söyledikleri ilk cümle “al hadi olumlu düşünüyorum ben işe alınacağım diyorum oldu mu alacaklar mı beni çok saçma abi” gibi bir tavır takınır.
Oysa pozitif düşünce kesinlikle böyle bir şey değildir. Pozitif düşünce sadece bir haritadır. Siz o haritayı doğru okursanız yolunuzu bulursunuz. Aksi takdirde haritanız var diye asla olmak istediğiniz yerde olamazsınız.

Bay B de aynı iş için müracaat etmişti. Fakat çok daha fazla pozitif bir yaklaşımı vardı. İşe kabul edileceğinden emindi. Mülâkat öncesi hafta boyunca işe kabul edildiği anı gözünde canlandırdı. Mülâkat tan önceki gecede giyeceklerini hazırladı. Erken kalkması gerekiyordu. Bu nedenle erken yattı. Mülâkat sabahı, uykusunu almış olarak kalktı. Kahvaltısını yaptı ve mülâkat yerine vaktinden önce vardı. Sonuç olarak işe kabul edildi. Çünkü iyi bir izlenim yaratmıştı.
Aslında Bay A ve Bay B tecrübe, iş yeterliliği ve donanım açısından benzer niteliklere sahiptiler. Fakat Bay B, zihnindeki pozitif düşüncenin gücü ve yaydığı enerji ile işe alınan taraf olmuştu.
Pozitif düşüncenin varlığına inanmayan veyahut inanıp da nasıl uygulayacağı konusunda herhangi bir fikri olmayan kişiler bu ve benzeri birçok hikâyeyi defalarca okumuş dinlemişlerdir. Ancak üstteki hikâyeden yola çıkarak analizi yapmak gerekirse, genelde söyledikleri ilk cümle “al hadi olumlu düşünüyorum ben işe alınacağım diyorum oldu mu alacaklar mı beni çok saçma abi” gibi bir tavır takınır.
Oysa pozitif düşünce kesinlikle böyle bir şey değildir. Pozitif düşünce sadece bir haritadır. Siz o haritayı doğru okursanız yolunuzu bulursunuz. Aksi takdirde haritanız var diye asla olmak istediğiniz yerde olamazsınız.
Öncelikle amacınızın ne olduğunu cümle kurarak kendinize ifade etmelisiniz.
“Ben bu sınavı geçeceğim”
“Bu maçı kazanacağız”
“Ben bu sınavı geçeceğim”
“Bu maçı kazanacağız”
Net bir şekilde, şüphe taşımaz bir şekilde isteğinizi dile getirmelisiniz. Bir sonra ki adımda ise peki seçtiğim bu noktaya ulaşmam için yapmam gereken nedir sorusunu yanıtlamalısınız. Başka hiçbir yan etkeni düşünmeden sadece sizin ne yapmanız gerektiğini düşünerek. Sınava girecek öğrenci hoca zor sorar mı ya da şuradan sorar buradan sormaz mı diye kafa karıştırıcı etkenlerle uğraşmadan hedefinize yönlendirici yolu çizmeniz gerekmektedir. Alternatif hiçbir çözüm düşünülmeden direk çözüme odaklanılmalıdır.
İşte pozitif düşünce ancak böyle gerçekleşir.
Tek ve net hedeflere odaklanma ile gerçekleşir.
Ya İstiklal ya ölüm!
Çanakkale geçilmez!
Geldikleri gibi gidecekler!
Tıpkı bunlar gibi cümleler dile getirildiği vakit, dinleyenleri de etkisi altına alan bir büyü yaratacaktır pozitif düşünce….
NOT: Hikâye, Beyin Gücü dergisinden alınmıştır.
Ya İstiklal ya ölüm!
Çanakkale geçilmez!
Geldikleri gibi gidecekler!
Tıpkı bunlar gibi cümleler dile getirildiği vakit, dinleyenleri de etkisi altına alan bir büyü yaratacaktır pozitif düşünce….
NOT: Hikâye, Beyin Gücü dergisinden alınmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)