Yazan: Özlem PEKCAN
Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 100. Yılını kutluyoruz. Bu dönemin
tanıklığını yapan pek çok yerli ve yabancı eser bulunduğunu hepimiz biliriz.
Bunlardan biri de Alaeddine Haïdar tarafından kaleme alınmış “Ankara’da
Mustafa Kemal’in Yanında” adlı kitaptır.
Esasında
bu İstanbul ve İzmir’in işgal altında bulunduğu, Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin açılışının üstünden birkaç ay geçtiği 1920 yılının Eylül ayında Anadolu’ya
yaptığı kısa seyahate ilişkin tuttuğu notlardan müteşekkil bir kitaptır.
Muhabirimizin
zorlu seyahati, İstanbul’dan hareketin ardından deniz yoluyla İnebolu’ya
varışla başlar. Ardından Kastamonu, Ilgaz, Koç Hisar, Çankırı, Kulecik ve Ravlı
üstünden Ankara’ya kadar uzanır. Günler
ve saatler süren bir yolculuğun ardından ulaştığı kente dair ilk izlenimlerini
şöyle aktarır Haïdar:
“Bir evler yığını tasavvur edin, yarısı savaş
sırasında bir yangında harap olmuş. Sadece şehir merkezine yakın birkaç taş
bina alevlerin yarattığı yıkıma direnebilmiş. İlk bakışta Kemalistlerin başşehrinin
hali içler acısı.
Sokaklar tuhaf bir kalabalıkla kaynıyor.
Göğüsleri fişek dolu, tepeden tırnağa silâhlı, kafalarında onlara savaşçı aynı ölçüde
de ürkütücü bir hava bahşeden sarıklı başlıklarla dolaşan çeteler görülüyor. Daha
ötede herhangi bir görev ya da talimden dönen düzenli birlikler geçiyor.
…
Ankara’da adım atacak yer yok, boş bir merdiven
basamağı bulmayı başaran yolcunun kendisini mesut addetmesi gerek, zira söz konusu
basamaklar kayda değer yataklardan sayılabilir.
Zorlu araştırmalar neticesinde, uyumak için geceliği
bir Türk lirasına lütfen bir yüklük kiraladım. Ankara ağzına kadar dolu
diyebiliriz, şehrin ana yollarından neredeyse itiş kakış yürüyen karışık ve
kalabalık insanlar topluluğu püskürüyor. Tuhaf simalarla karşılaşıyoruz, Küçük
Asya’dan gelmiş Tatarlardan, Türkistan Kırgızlarından, muhtemelen Bolşevik
Rusya’dan kaçmış Zencilere ve Çinlilere kadar.”
Haïdar şöyle bir yerleştikten sonra, Mustafa
Kemal Paşa’nın etrafında bulunan tanıdıklarla buluşur ve onlardan kendisini komutana
takdim edeceklerine dair söz alır. Yolu iki defa kesişir, kendi deyimiyle “Türk
Milliyetçilerinin Komutanıyla”.
Gar binasının bahçesinde ilk kez karşılaştığı
Mustafa Kemal’i şöyle betimler kitabında:
“Boylu, enerjik görünümlü Türk
Milliyetçilerinin Komutanı kırklı yaşlarında olmalı. Yorgunluğuna karşın delici
bakışları ve çok güçlü bir sesi var.”
Bazı acil meseleler yüzünden fazla sürmeyen ilk
görüşmenin ardından sonraki görüşme muhabirimizin öğlen yemeğine davet edildiği
gar binasında gerçekleşir:
“Yemekten sonra, sigara
içmek için salona geçiyoruz ve onun karşısında oturan ben muhabirlik görevimi
yerine getiriyorum. Bütün sohbet esnasında, Mustafa Kemal’in delici bakışlarına
hayranlık duymadan edemiyorum. Büyüleyici oldukları söylenebilir. Böylece ben
popülerliğinin nasıl gözlerinin ve sözlerinin etkisine dayandırıldığını
anlıyorum. Paşa akıcı bir Fransızca konuşuyor.”
Verdiği beyanatı:
“İşgalcilere karşı savaşan askerlerim ve bütün
bir halk, önceki halifelerimizden miras kalan kutsal toprakları müdafaa etmek
için ölüyor.
İlâhi amacın başaracağına dair kör bir inancım
var, zira bu inanç, her ne kadar hırsla boğulmak istense de hakkaniyeti temsil
ediyor.” Sözleriyle
tamamlar Mustafa Kemal.
İşgal kuvvetlerinin tasavvur edilemez
zalimliği ve vahşetine karşın, Anadolu halkının verdiği imkânsız savaştaki
dirayeti, Başkomutanın bu “kör” inancını haklı çıkaracak, 1920
Nisanı’nda egemenliği kayıtsız şartsız millete atfeden Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin açılışı, kazanılan Büyük Zafer’i müteakip Ekim 1923’de Cumhuriyetin
ilânıyla taçlanacaktır.
Yukarıda bahsi geçen kitap gibi, sayısız
pek çok kaynaktan günümüze aktarılan Cumhuriyetimizin yapı taşı bu dönem, her
ne kadar artık tarihe mal olmuş görünse de bu günkü bağımsızlığımızın bedelinin,
hiç de uzakta kalmayan bir geçmişte büyük fedakârlıklar, atalarımızın canı ve
kanı ile ödendiğini hatırımızdan asla çıkarmayalım.
Demem o ki; içimizdeki minnet duygusunu her
daim yaşatalım ve hakkını verelim ki, kutlayacağımız nice 100 yıllara erişelim.