bir mevtanın kaleminden... "Ona kamyon çarptı ama sen mi öldün?" "Evet. Sen bu iş için biraz genç değil misin?" diye soruya soruyla cevap verdim. Konuya tam aklımı verememiştim. Huzursuzca kanatlarını oynattı: "Aslında yeni sayılırım." "Kaç yaşındasın?" 17-18 yaşlarında görünüyordu, işlemleri düzgün yapacağından emin olamamıştım. Çekingence gülümsedi: "Dünyadaki zaman akışı ile ahiretteki biraz farklıdır. Denk sayılırız seninle." İyice kafam karışmıştı: "Ben kırk küsur yaşındayım, sense taş çatlasın yirmi görünüyorsun." İçini çekti: "Karışık bir durum. Ruhun tekâmülüne göre değerlendirmek gerek." Sevineyim mi, üzüleyim mi bilemedim. "Neyse, işimize bakalım." diyerek önündeki kayıtlara çevirdi dikkatini: "Tuhaf! Senin burada olmaman gerek." "Tıpkı filmlerdeki gibi," diye düşündüm bir an. Nerede bulunduğumu hatırladığımda ise feci şekilde ürperdim. O devam etti: "Ruhun yolculuğunu henüz tamamlamamış." "Beni geri mi göndereceksiniz yoksa?" Sevinmiştim. "Evet." "Yani, hayatıma kaldığım yerden devam edebilir miyim?" Giderek heyecanlanıyordum. "Pek sayılmaz. Şöyle anlatayım: Bedenler, ruhun dünyadaki vasıtalarıdır. Senin ki maalesef kullanılmaz halde, bu yüzden sana yeni bir tane bulmalıyız." "Ama, O'nun her şeye gücü yeter. Bedenimi de onarabilir." Elimde olmadan yukarı baktım. Hoşgörüyle bir kez daha içini çekti: "Doğru. Ama İlâhi düzen, senin düz mantığın gibi işlemez." Kabullenmekten başka çarem yoktu: "Peki, ne zaman geri dönüyorum?" "Şimdi!" Şiddetle titreyerek gözlerimi açtım. Bir kaldırımın kenarındaydım. Çok üşümüştüm ve açtım. "Ne güzel şeysin öyle!" On yaşlarında bir kız çocuğuydu konuşan. Uzun sarı saçları ve yeşil gözleri vardı. İyice üzerime eğildi: "Senin de gözlerin yeşilmiş," diye ekledi. Büyülenmişcesine ona bakıyordum. Meleksi gülümsemesiyle beni kucağına aldı, içim sıcacık bir hisle dolmuştu. Kafamı koluna dayadım, hırkasına burnumu sürttüm. Hoşuma gitmişti. Kahkahalarla gülüyordu: "Çok komiksin. Eve götüreyim seni, benim kedim ol." "Mrrr," diyebildim sadece. İlâhi düzen böyle mi işliyordu?
Eve gidiyordum ki yolun karşısında gördüm onu. Yorgun-argın, dalgın yürümekteydi. "Heey," diye seslendim, "kaldırımdan yürü!" Şaşalasa da bir an yürümeyi sürdürdü. Tekrar seslendim: "Heey, kaldırımdan yürü!" Adımlarını yavaşlattı: "Bana mı söylüyorsunuz?" "Evet. Kaldırıma çık da yürü..." Sinirlendi nedense: "Size ne canım nerede istersem orada yürürüm!" Yılmadım, zira yaptığı fazlasıyla tehlikeliydi: "Buradan çok araç geçer, kaldırıma çık..." diye bağırdım yine. Öfkelenmişti, o da bana bağırdı: "Allah, Allah! Ben kocaman insanım, nasıl istersem öyle yürürüm!" "Araba çarpar Allah muhafaza, kaldırıma çık!" Böyle bağırışa bağırışa caddenin ortasına gelmişiz. Aniden korna sesleri yükselmeye başladı. Sonrasını pek iyi hatırlayamıyorum, her şey çok bulanık. Bildiğim; ona kamyon çarptı, bana da araba. O kurtuldu, ben öldüm!
Şeyma'nın Günlüğü Cep telefonum acı acı çalıyor, arayan bizim evin telefonu. Annemin sesi çınlıyor kulaklarımda: Şeyma, telefonumun şarjı bitti! Ben: Mümkündür... Şarja tak, işe yarar... Annem: Ukalalık etme... Dışarı çıkcam, ulaşamazsan meraklanma. Ben: Peki... Annem: Babanın cebinden ararsın artık... Ben yanında diilim. Ben: Ya niye arıyorum babamı o zaman anne yaaa... Annem: Sen ne diyorsam onu yap... Cep telefonum panik panik çalıyor. Annem. Yine evden arıyor: Şeyma, telefonum bozuldu galiba. Ben: Ne oldu ki? Annem:Şarjı tam görünüyor, hani o pil işareti var ya işte o tam dolu gibi... Ama ekran kapkara. Ben: Üzülme, servise veririz. Annem: Olur mu öyle? Ben: Olur tabi, daha garantisi dolmamıştı, para da almazlar. Sen faturasını ve kutusunu sakladın di mi onun? Annem: Fatura mı? Kutu mu? Ben: Neyse takma, hallederiz. (İç ses: Hay Allah! Yaş gününde almıştık, daha 1 sene geçmedi.) Annem: Dur bakiim, abin gelince bi de ona göstereyim. Belki o halleder.. Ben: İyi öyle yap. (İç ses: Belki okur üfler de, hihohoha...) Annem: Tamam.. Tamir olur di mi bu? Ben: Olur, olur... Olmazsa da yenisini alırız, takmaa.... (İç ses: ay canıım çok da üzülmüş...) Bir iki gün sonra, günlüğümü arıyorum, bulamıyorum. Anneme sorcam o da evde yok: Baba, annem nerede? Babam: Ne bileyim kızım, onu arasana! Ben: E cebi bozuktu, çalışmıyordu. Bir sessizlik, babam kıs kıs cevap veriyor: Yok bozuk diilmiş. Telefonunu açmayı unutmuş... Evde. Ben: Telefon hallolmuş öyle mi gülüm? Annem: (Azıcık suçlu) Hı hı, abin halletti. Ben: Ya tabi, tabi. Açma-kapama tuşuna bastı di mi. Annem:Kırmızı! Kırmızı terliğini arkamdan fırlatıyor! Kaçıyorum, isabet ettiremiyor... İşte böyle Sevgili Günlük...