KEBİKEÇ

21 Ekim 2011 Cuma

HOŞ SOHBETLER



-Bir insan saçının 3 kg. ağırlığı kaldırabileceğini,
- Uyluk kemiğinin betondan daha sert olduğunu,
- Bir penisin insanın başparmağının 3 katı olduğunu,
- Bir yiyeceğin ağızdan mideye 7 saniyede indiğini,
- Kadın kalbinin erkek kalbinden daha hızlı attığını,
- Bir insanın dengede durabilmesi için 300'den fazla kasının çalıştığını,
- Kadınların bu yazının tamamını okuduğunu,
- Erkeklerin ise hâlâ başparmağına bakmakta olduğunu, biliyor muydunuz :)

***

- Anne, aşk nasıl bir şey?
- Aşk mı? Şeyyy... Aşk şöyle bir şeydir kızım: Hani mesela çok zengin ve yakışıklı
bir adama rastlarsın, seni Venedik'e götürür, mehtapta gondolla gezersiniz…
Sonra San Marco meydanında güzel bir restoranda harika bir yemek yersiniz, müzik falan ve arkasından en lüks otelde sana şahane bir gece yaşatır.
Sonra da, ne bileyim işte, sana güzel bir araba, bir daire ya da
deniz kıyısında bir villa satın alır, elmas gerdanlıklar, altın
yüzükler hediye eder. Mutluluktan uçarsın adeta… İşte aşk böyle bir şeydir
kızım...
- Ama anne, peki o heyecanlar, güzel duygular, kalbin küt küt
çarpması, ilk buluşma, ilk öpücük.... Bunlar yok mu ?
- Ha onlar mı? Onlara inanma… Onlar bedava kız götürmek için
komünistlerin uydurduğu şeyler…

***

Yemek masamın üstünde duran modeme uzun uzun bakan anneanem: "Bu ne?" diye sordu.
Ben de kolay anlasın diye: "Hani benim bilgisayarım var ya, onunla internete giriyorum. İşte internete girmek için o kutu zorunlu," diye uzun uzun açıkladım.
Anneannem dinledi beni ve: "Yani modem bu," dedi. Konu kapandı…

***
Eğer bir sokakta yürüyorsanız ve camında; “Bu ev kiralıktır” yazılı bir evin yanından geçip birkaç adım sonra önüne geldiğiniz bir başka evin camında “Bu da” yazısını görürseniz, bilin ki Trabzon’dasınız.

***

Bankada gişenin önünde işlemimin yapılmasını bekliyorum. Yanımdaki gişede işlem yaptıran yaşlı teyzeye, işlemini yapan kadın soruyor: "Parayı kim alacak teyze? Alıcısına ne yazalım?"
Teyzem cevap veriyor: "Bu paranın hayrını görme inşallah, yazalım evladım.”

***



Temsilci: -“İyi günler, Kadriye Hanımla görüşebilir miyim?”
Müşteri: -“Yavrum Kadriye Ablan banyoda. Mehmet sen misin yoksa canım?”

***

Anneden oğluna: - “Hayır çocuğum internetten indirmedim seni doğurdum ben.”

***

Öğrenci: -“Hocam nedir bu 37 almışım yaa!?”
Öğretmen: -“Beter ol!”

***

Öğretmen: -“Nerde kalmıştık?”
Öğrenci: -“Bi saat öncesini soruyorsanız, hepimiz uyuyorduk. İsterseniz oradan devam edelim!”

***

Öğrenci: -“Hocam tuvalete gidebilir miyim?”
Öğretmen: -“Neden?”

***

Yolcu: -“Kaptan orta kapıyı rica edebilir miyim?”
Şoför: -“Tabi abi ayıp ettin. Al götür, senden kıymetli mi?”

***

Şoför: -“Para üstü almayan kaldı mı?”
Bütün yolcular hep bir ağızdan: -“Ben!!!!”
Şoför: -“Yav bi kere de unutsanız ne olur!!!” 

19 Ekim 2011 Çarşamba

YAVAŞLAT BENİ TANRIM!



Gönderi: Kadir Tuğtekin OK

Aşağıdaki metin bir yakarış, belki de bir dua. Her ne ise yaklaşık dört bin yıldır güncelliğini yitirmemiş ihtiyaçlar listesi bir yandan da. İster meditasyon yapmadan önce esenliğe ermek için, ister dua niyetine okuyun ya da sadece bir merak ve tarihsel bilgi olsun diye….

TANRIM BENİ YAVAŞLAT

Tanrım beni yavaşlat, aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir...
Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele...
Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükûnetini ver.
Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginliği, belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür.
Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol...

Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret; bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı,
güzel bir kitaptan birkaç satir okumayı, balık avlayabilmeyi,
hülyalara dalabilmeyi öğret...

Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat.
Hatırlat ki, yarısı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini, yaşamda hızı arttırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim...

Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla.
Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır...
Beni yavaşlat Tanrım ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine doğru göndermeme yardım et.

Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı olarak yükseleyim.

Ve hepsinden önemlisi...

Tanrım,
Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için cesaret,
Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için sabır,
İkisi arasındaki farkı bilmek için akıl ve
Beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak dostlar ver..

(Hitit Yazıtlarından - M.Ö. 2000)


10 Ekim 2011 Pazartesi

ALINTI YAPMANIN DAYANILMAZ ÇEKİCİLİĞİ




            Yazan: Özlem PEKCAN
                         ozlem.pkcan@gmail.com

            İnsan okur. Okuyunca da alıntı yapar. Düşünen, analiz eden, hiç olmasa anlattıklarının dikkat çekmesini isteyen bir insanın doğal başvuru yöntemlerindendir aslında alıntı yapmak.
           
Diğer taraftan; alıntı, eğer doğru ve yerinde yapılıyor ise, alıntılandığı eser ve sahibinin de tanınmasına katkıda bulunan bir yöntemdir.

            Birçok nedenden ötürü alıntı yapılabilir. Örneğin; bilimsel bir çalışma veya tezde, kişi savını kanıtlamak ya da güçlendirmek için başka bilimsel çalışmalardan örnekler gösterebilir veya bazı pasajlar alabilir. Yine benzer şekilde, edebi veya sanatsal üretimlerde de başka başka sanatçıların eserlerinden alıntılar yapılarak, ortaya çıkacak eser daha da zenginleştirilebilir. Kimi zaman da eğitim-öğretim maksadıyla çeşitli bilim ve sanat insanlarının eserlerinden alıntılar yapılmak suretiyle, konu hem daha anlaşılır kılınabilir, hem de daha iyi öğrenilebilir.

            Tüm bu süreçte en çok dikkat edilmesi gereken husus, alıntı yaparken aşırıya kaçmamak ve eser sahibinin haklarına zarar vermemektir.

Peki bunun bir ölçütü var mıdır ya da nasıl bir ölçüt belirlenebilir?

            Bu çok basit bir soru gibi görünse de, cevabının o kadar da basit olmadığına ve pek çok tartışmanın konusu olduğuna emin olun.

            Ben her ne kadar, doğru ve yanlış konusunda içimizde şaşmaz bir mekanizma bulunduğuna ve illâki bizi uyardığına inansam da, genel kuralların da yol göstericiliğini inkâr etmem mümkün değil. İşte bu sebeple, bir fikre sahip olmadan önce bu kuralların en kabul görmüşü ve yazılı olanları, yani kanunların ne dediğine bakalım.

            Eser ve eser sahibinin haklarına ilişkin hususlar genel olarak toplumda Telif Hakları Kanunu diye anılan “Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK)” ile düzenlenmektedir.

            1951 tarihli olup, günümüze dek sayısız kere değişikliğe uğramış bu Kanunda, eser ve eser sahibi arasındaki bağ, eser sahibinin hakları, diğer hak sahipleri ile ilişkileri, ihlaller ve yaptırımlar hüküm altına alınmıştır.

            Biz burada konuyu “alıntı yapmak” ile sınırlayalım ve ilgili olabilecek hükümlere şöyle bir göz atalım.

1.                     Eser ve eser sahipliği: Tanımlar başlığı taşıyan FSEK Madde 1b ile eser “sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri”, eser sahibi de “eseri meydana getiren kişi” şeklinde tanımlanmaktadır.

2.                     Eser sahibinin hakları: FSEK 13-25 Maddeler arasında eser sahibinin eseri üzerindeki hakları tanımlanmakta ve nasıl kullanabileceği düzenlenmektedir. Kısaca özetlemek gerekirse, eser sahibinin hakları mali ve manevi haklar olarak ikiye ayrılmaktadır.

Manevi haklar: Umuma Arz Salahiyeti, Adın Belirtilmesi Salahiyeti, Eserde Değişiklik Yapılmasını Menetmek ile Zilyed ve Malike Karşı Haklardır.

Mali haklar da şu şekilde sıralanmaktadır: İşleme Hakkı, Çoğaltma Hakkı, Yayma Hakkı, Temsil Hakkı, İşaret, Ses ve/veya Görüntü Nakline Yarayan Araçlarla Umuma İletim Hakkı.

Burada sadece başlık olarak verdiğimiz her “hakkın” başlı başına bir makale konusu olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.

3.                  Hakların Kullanılması: FSEK uyarınca bir eser üzerindeki haklar eser sahibine aittir ve hakların kullanımı mutlak şekilde eser sahibinin iznine bağlıdır. Genel kabule göre, manevi haklar bir başkasına devredilemezken, mali haklar eser sahibi tarafından üçüncü kişilere devredilebilir. Kanunda sayılan mali haklar birbirine bağlı değildir, dolayısıyla birinin devri diğerini etkilemez.

FSEK Md. 52: “Mali haklara dair sözleşme ve tasarrufların yazılı olması ve konuları olan hakların ayrı ayrı gösterilmesi şarttır.” Hükümleri ile mali hakların başkalarınca nasıl kullanılabileceğini gayet kısa ve öz bir şekilde açıklamıştır.

4.                  Süreler: FSEK’deki hükümleri, hukukun diğer alanlarındaki mülkiyet hükümlerinden ayıran en önemli husus, eser sahibinin mali hakları üzerindeki izin verme yetkisinin süreye tabi olmasıdır. Buna göre; bir eser üzerindeki bu koruma süresi eser sahibi yaşadığı müddetçe ve ölümünden sonra yetmiş yıl devam eder. Bu sürenin sonunda, isteyen herkes eser sahibine tanınan mali hakları izin almaya gerek kalmaksızın kullanabilir. (FSEK Md. 26-27)

5.                  Yaptırımlar: Eser sahibine tanınan hak ve yetkilerin izinsiz kullanımı halinde uygulanacak yaptırımlar da FSEK Hukuk ve Ceza Davaları başlıklı Beşinci Bölümde yer alan maddelerde hükme bağlanmıştır.

            Hem konumuzla ilgisi bakımından hem de bir fikir vermesi açısından; Manevi, Mali veya Bağlantılı Haklara Tecavüz başlıklı 71 inci maddenin 3 üncü bendinin “ Bir eserden kaynak göstermeksizin iktibasta bulunan (yani alıntı yapan) kişi altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezasıyla cezalandırılır” hükmünü burada zikredelim.


Buraya kadar yazılanları kısaca özetlemek gerekirse:
-         Bir eserin sahibi onu meydana getirendir,
-         Eser sahibinin eseri üzerinde mali ve manevi hakları vardır,
-         Eser sahibine tanınan haklar zamanla mukayettir, mali haklara ilişkin koruma süresi eser sahibi yaşadığı müddetçe ve ölümünden itibaren 70 yıldır,
-         Bu hakları kullanma yetkisi mutlak surette eser sahibine aittir ve üçüncü kişiler ancak eser sahibinden aldıkları yetki veya izne bağlı olarak bu eserler üzerinde tasarrufta bulunabilirler,
-         Eser sahibinin haklarına tecavüz halinde üç ay ile beş yıl arasında değişen hapis veya adli para cezalarına çarptırılır.

            Tüm bunları okuyunca insanın okumaktan-yazmaktan ve alıntı yapmaktan vazgeçesi geliyor değil mi? Konuyu daha fazla kasmadan bu noktada, kurallar ve hükümler ne kadar katı görünse de, kanun koyucunun uygulamada bir denge gözeterek, eser sahiplerinin menfaatleri kadar genel menfaati de gözettiğini belirtelim.

            FSEK’teki“Genel Menfaat Mülahazasıyla” başlıkta yer alan 31-37 arası maddelerde bir eserin kullanımına ilişkin istisnalar yer almaktadır. Kolaylıkla tahmin edebileceğiniz gibi hangi durumlarda eser sahibinden izin almaya gerek kalmaksızın bir eserden faydalanabileceğini hükme bağlamaktadır bu maddeler. Konu başlığımız “alıntı” ya da kanunda geçen ibareye uygun olarak “iktibas” olduğuna göre, doğrudan bu maddeye bakalım.

            “İktibas Serbestisi” başlıklı madde hükümleri aşağıdaki gibidir:
  
“Madde 35- Bir eserden aşağıdaki hallerde iktibas yapılması caizdir:
 1. Alenileşmiş bir eserin bazı cümle ve fıkralarının müstakil bir ilim ve edebiyat eserine alınması;
 2. Yayımlanmış bir bestenin en çok tema, motif, pasaj ve fikir nevinden parçalarının müstakil bir musiki eserine alınması;
 3. Alenileşmiş güzel sanat eserlerinin ve yayımlanmış diğer eserlerin, maksadın haklı göstereceği bir nispet dahilinde ve münderacatını aydınlatmak maksadiyle bir ilim eserine konulması;
 4. Alenileşmiş güzel sanat eserlerinin ilmi konferans veya derslerde, konuyu aydınlatmak için projeksiyon ve buna benzer vasıtalarla gösterilmesi.
 İktibasın belli olacak şekilde yapılması lazımdır. İlim eserlerinde, iktibas hususunda kullanılan eserin ve eser sahibinin adından başka bu kısmın alındığı yer belirtilir.”

O halde, bir eserden alıntı yaparken;
- Alıntı yapıldığının belli olması,
- Alıntı yapılan eserin ve eser sahibinin adı ile alıntı yapılan bölümün açıkça belirtilmesi,
- Bir eser meydana getirirken, başka bir eserden yapılacak alıntının, asıl eserin içeriğinin anlaşılmasına katkı sağlayacak şekilde ve bu amaca uygun nispette olması
dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardır.

Alıntı yapıldığını açıkça belirterek, eserin adını ve sahibini, ilgili bölümü açıkça yazmanın veya bildirmenin anlaşılmaz bir tarafı yok. Bununla birlikte “maksadın haklı göstereceği bir nispet ve içeriğini aydınlatmak” noktalarının insanın aklına pek çok kurt düşürdüğünü de itiraf etmek gerek.

Bu nispet nasıl belirlenir? Ne dereceye kadar içerik daha anlaşılır kılınabilir? Bunlar fazlaca detaycı ve lüzumsuz gibi görünen sorular gibi görünseler de; bazı hallerde inanılmaz önem kazanabilirler.
İşte size doğaçlama bir örnek: Orhan Veli’nin o meşhur şiiri “İstanbul’u Dinliyorum” mısralarca süren, su gibi bir şiir. Diyelim ki; bir yazar bir makalesinde bu şiirden alıntı yapıyor:
“İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda
Sucuların hiç durmayan çıngırakları;
İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı.”

Şiirin tamamı düşünüldüğünde, iç terazide nispet tutuyor gibi. Bir de tabii, bütün şiiri bir güzel alıp yayınlayıp sonra da “alıntı” diye yazma durumu var ki, işte o dengeyi şaşırtıyor.

Peki ya kısacık bir rubai söz konusu olsa? Tıpkı Hayyam’ın aşağıdaki dörtlüğündeki gibi:

“Benden Muhammed Mustafa' ya saygı ve selâm,
Deyin ki, hoş görünürse, bir şey soracak Hayyam:
Neden Yüce Efendimizin buyruklarında
Ekşi ayran helâl de, güzelim şarap haram?”

Konu iyice dağılıp içinden çıkılmaz bir hal almadan toparlamak gerekirse;:

-         Öncelikle başta söylediğimiz gibi; insan okur ve alıntı yapar.
-         Bunu yaparken, asıl eser sahibine saygı göstermek ve haklarına zarar vermemelidir.
-         Okuyanın asıl eser ile alıntı yapılan eser arasındaki farkı anlaması, alıntı yapılan eserin kime ait olduğunu ve hangi bölümün alıntılandığını görmesi gerekir. Başka deyişle, alıntı yapan o eseri kendisine mal edilmesine neden olmamalı, bundan faydalanmaya çalışmamalıdır.
-         Ölçüyü belirlerken kurallara uygun davranmak (bir anlamda kanun hükümlerine), hem alıntı yapanı hem de alıntılananı korur (ceza hükümlerini hatırlayın). Bu hükümlerin çaresiz veya yetersiz kaldığı yerlerde de genel kabul sınırları içinde kalmak yol gösterici olabilir.
-         Bunun için de “kendine yapılmasını istemediğin şeyi, başkalarına yapma” oldukça etkili bir kıstas sayılabilir.

Her ne olursa olsun unutmamak gerek ki, yazarken alıntı yapan kişi de bir eser meydana getirmektedir. Bu durumda kendisi için bekleyeceği saygı ve korumayı, karşındakinden de esirgememelidir. Böyle bir anlayış, toplumsal alanda pek çok hükümden daha düzenleyici ve yol göstericidir.

Yunus demiş ki:

İyi sözün aslın bilen derdi bu söz nerden gelir,
Söz aslını anlamayan sanır bu söz benden gelir”

İşte “alıntı” ile “çalıntı” arasındaki fark da budur.  

6 Ekim 2011 Perşembe

AYNALAR NELER SÖYLER?




            Yazan: Özlem Pekcan

            Gözleri yuvalarından fırlamış, köpürmüş tükürüklerini avaz avaz etrafa saçan insan görüntüleri. Biri diğerini yere yıkmış, acımasızca altta kalanı yumruklayanlar ve küfredenler. Zihnimde beliren ancak buraya yazamadığım benzer birçok görüntü yüzünden bir tür buhran geçirdiğim geçenlerde; “bu insanlar hiç mi aynaya bakmazlar ya da gazete-tv’lerdeki görüntülerine?” diye soruverdim kendime. Bir baksalar, bir görseler kendilerini ne düşünürler, ne hissederler?

            Bu sorular üşüşmüşken başıma, kendimi “ayna, aynalar, aynalardaki görüntüler” imgelerinin peşinde sürüklenirken buldum.

            Önce “Narcissus” geldi aklıma. Hani şu mitolojide kendi görüntüsüne aşık olan delikanlının hikâyesi: Peri kızı Echo’nun aşkına aldırmayan Narcissus, Olimpus dağındaki tanrıları çok kızdırır ve lânetlenir. Bu yüzden de su içmek için eğildiği göl kenarında, sudan yansıyan aksine tutulur kalır. Orada öylece ölür gider, kimisine göre de suya düşer boğulur.

            İnsandaki kendini beğenmişliğin en yalın yergisidir aslında bu mitolojik öykü. Hiç bilmediğimiz ve yaşandığını varsaydığımız zamanlardan günümüze ulaşırken, her devirde farklı anlamlar da yüklenmiştir muhakkak, modern dünyayı ve insani hırsları düşündüğümde ise, bu gün için insanoğlunun kendi suretinde nasıl hapsolduğunu ve bencillik denizinde boğulmaya mahkûm olduğunu anlatıyor gibi geliyor bana. 
 
            Oysa ki hayat kısa, zaman çabucacık geçiyor, peşine takıp ömrü. Ne demişti Cahit Sıtkı:

            “Yaş otuz beş yolun yarısı eder,
            Dante gibi ortasındayız ömrün.”
           
            Bilmeyenler için söyleyeyim; Dante yaşam çizgisini 70 senelik bir yay gibi tasavvur eder, bu yayın en tepe noktası yani zirvesi ve dolayısıyla da yarısı 35 yaştır. Bundan sonra geçen her yıl, zirveden aşağı iniştir. Cahit Sıtkı da, bu anlayışla o unutulmaz dizelerde geçen zamana ağıt yakar adeta ve anlatır suretini:

            “Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var
            Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz
            Ya gözler altındaki mor halkalar
            Neden öyle düşman görünürsünüz
            YILLAR YILI DOST BİLDİĞİM AYNALAR.”

            O aynalar ki, bize neler hatırlatır, neler anlatırlar. Bazen bir anın, bir tanıdığın belki de bir sevgilinin görüntüsü beliriverir o sırlı dünyada. Kimi hatırlamış, kimi düşünmüştür Ahmet Hamdi acaba aşağıdaki dizelerinde?

            Derin sularında bu AYNA her an
Senden bir parıltı aksettirecek
Kâh çıplak bir omuz sessiz düşecek
Eriyen bir kuğu beyazlığından”

“Ayna ayna, söyle bana …” nev’i masalsı bir ilişki olmadıkça ancak cesareti olanlar aynaya bakarlar aslında. Zira aynalar yalan söylemez asla ve o sihirli camdan yansıyanlar hiç de hoş olmayabilir.
           
“Bana benzeyen bir gözlerim kaldı
Bir de kederli bakışlarım
Düşüncemin olmadığı
AYNALARDA ben varım.”

Sizin de içinizi kıymıyor mu, Ümit Yaşar’ın yukarıdaki dizeleri? Ya bir gün siz de gerçekten ağlarsanız her şarkıda ve unutturmazsa zaman asla kendini? Gerçekten de kahır mıdır o zaman bekleyen bizi?

Belki de asıl kahır, avaz avaz bağırıp da bir türlü kendini duyuramayan vicdanın, sağır kulaklardan ümidi kesip, aynadan aksederek ruhumuza işlemesindedir. Necip Fazıl bunu öyle etkili tasvir eder ki:

“AYNALAR, bakmayın yüzüme dik dik;
İste yakalandık, kelepçelendik!
Çıktınız umulmaz anda karşıma,
Başımın tokmağı indi başıma.”

Ve bitirirken bir ağıt yakmaktadır artık:

Çıkamam, AYNALAR, AYNALAR zindan.
Bakamam, AYNADA, AYNADA vicdan;
Beni beklemeyin, o bir hevesti;
Gelemem, AYNALAR yolumu kesti.”

Aynadaki her bir görüntümüzdür yolumuzu kesen ve bizi hapseden aslında tıpkı İlhan İrem’in dediği gibi şarkısında:
“Çıksam bir türlü
Dışarıda boşluklar,
Kalsam bir türlü
İçeride AYNALAR
Sihirli AYNALARA döndü
İnsanlar.”
Ben bunları yazarken ve her dizeye kapılıp sürüklenirken, içimde bir isyan baş gösteriyor ve insan tarafımın başka vazgeçilmez özellikleri baskın geliyor bu sefer. Her şeye karşın yine de hayatı yaşanmaya değer gösteren, yeniden, yeniden ve yeniden başlamayı göze aldıran rehberleri ruhumuzun: Umut ve iyimserlik.

Çünkü yine de inanıyorum: Kendine galebe çalabildiğinde kişi, yüzleşebildiğinde kusurlarıyla hem kendi yaşam serüveninde hem de insanlık yolunda bir merhale daha ilerler ve bütünü oluşturan birdir.

Tabii bu düşüncelere kapılmamda, bu satırları yazarken aniden televizyonda dönmeye başlayan bir kliple Tarkan’ın sesinden salonuma dolan başka bir şarkının sözlerinin etkisi de yok değil:

 “Bu yeni ben de kim
AYNADA bakıştığım?
Bu yeni ben, ben miyim
Kendimle tanıştığım?

Dünümle bugünüm
Can ciğer kuzu sarması
Geç oldu temiz oldu
Geçmişimin karması…”

            Yazımı da, tüm yazdıklarımdan kendime yaptığım bir çıkarımla bağlamak istiyorum:
            “Korktuğunda insan aynaya bakmalı ki korunsun geleceğinden.”

Meraklısına Not:
Alıntı yapılan şiirler ve şarkı sözleri
-         35 Yaş Şiiri, Cahit Sıtkı Tarancı
-         Ayna, Ahmet Hamdi Tanpınar
-         Ayna, Ümit Yaşar Oğuzcan
-         Aynalar, Necip Fazıl Kısakürek
-         Sihirli Aynalar, İlhan İrem
-         Öp, Sezen Aksu

4 Ekim 2011 Salı

Hürriyet Gazetesi'nden Unutulmayacak Bir Hediye!



Hürriyet Gazetesi'nden okurlarına doğum günü, sevgililer günü, yıl dönümü ve diğer tüm özel günler için unutamayacakları bir hediye fırsatı!

Doğduğunuz gün Türkiye'de ve dünyada neler olduğunu hiç merak ettiniz mi?

Hürriyet, ilk yayın tarihi 01.05.1948'den günümüze kadar olan tüm baskılarının birinci sayfalarını kullanımınıza sunuyor. Bu sayede aileniz ve sevdiklerinize, doğum günlerine ait sayfayı armağan ederek bu özel günleri unutulmaz kılabilirsiniz. Ya da dilerseniz kendi doğduğunuz güne ait gazetenin ilk sayfasını sipariş edip saklamanız mümkün. Ayrıca Türkiye ve dünya tarihine damgasını vurmuş bilimsel ve kültürel olayların manşetlerde yer aldığı gazete sayfalarına da sahip olabilirsiniz! Örneğin "İnsanoğlunun aya ilk defa ayak bastığı gün" ya da "Nobel ödülü alan ilk Türk!"

Size özel Hürriyet'inizi, orijinal gazete kağıdına baskılı olarak farklı ebatlarda seçebilirsiniz. Ayrıca ister karton tüp içerisinde, ister özel kutuda, isterseniz de oldukça şık bir ahşap çerçeve içerisinde sipariş verebilirsiniz.

Bunun için tek yapmanız gereken http://satis.hurriyet.com.tr adresini ziyaret ederek istediğiniz tarihi belirtmeniz!


Bir bumads advertorial içeriğidir.

DANSIN YAŞI YOK!




ÖZEL OKYANUS VE GÜLÜM PEKCAN BALE -DANS OKULU 2011-2012 sezonunu açtı.
Haziran sonunda yapılan gösterilerin ardından yeni sezon klâsik bale, modern dans, jazz dans, eşli danslar, oryantal, düğün dansı, pilates, konservatuar sınavlarına hazırlık dersleri ile başladı.
“Bale ve dans eğitimi ile çocuklarda sağlıklı bir vücut gelişimi, yetişkinlerde ise vücut sağlığının korunmasının mümkün olduğunu ayrıca herkesin günümüzün ağır yaşam ritminde farklı bir alanda hem sosyalleşebileceğini ve hem de eğlenebileceğini,”  belirten Gülüm PEKCAN “yaş gözetmeden herkesi dans etmeye” davet ediyor.
Dans okulunda 3.5 yaşından 65 yaşına kadar bir çok üye ile dansın pozitif yaşama etkisini keşfettiklerini anlatan PEKCAN: "Bale sınıfına yetişkinlerin de ilgisi yoğun, geçmişte belli sebepler yüzünden dans edemeyenlerin artık bu isteklerini gerçekleştirebildiklerini görmek heyecan verici. Artık DANSIN YAŞI YOK.” Diyor.
Bu sezon profesyonel anlamda sınavlara hazırlanmak veya becerilerinizi geliştirmek amacındaysanız ya da kendiniz veya çocuklarınız için farklı bir uğraşı edinmek istiyorsanız veya "düğünümde vals ya da tango yapsam ne güzel olur" diye düşünüyorsanız ya da pilatesle form tutmak niyetindeyseniz, alternatifleriniz arasına Okyanus ve Gülüm Pekcan Dans Okulunu da alabilirsiniz.

İlgilenenler için iletişim bilgileri:
Özel Okyanus ve Gülüm Pekcan Bale-Dans Okulu
Güniz Sok. 44/4 Kavaklıdere / Ankara
Tel: (0312) 466 60 30-31

3 Ekim 2011 Pazartesi

AŞK DOLU SMS!





teşekkürler Yaşar kardeş...

Genç kız, biraz önce gözyaşları içinde vedalaştığı sevgilisine aşk dolu SMS gönderiyor, garda tren beklerken:

“Aşkım,
Uyuyorsan bana rüyalarını gönder,
Gülüyorsan bana kahkahalarını gönder,
Ağlıyorsan da bana gözyaşlarını gönder.
Seni Seviyorum.”

Vee işte sevgiliden gelen romantik cevap:

“Şu anda tuvaletteyim, sana ne göndereyim?”


SÖYLE SÖZÜNÜ

Ad

E-posta *

Mesaj *

kimler gelmiş:)

Twitter

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı