KEBİKEÇ

10 Ekim 2011 Pazartesi

ALINTI YAPMANIN DAYANILMAZ ÇEKİCİLİĞİ




            Yazan: Özlem PEKCAN
                         ozlem.pkcan@gmail.com

            İnsan okur. Okuyunca da alıntı yapar. Düşünen, analiz eden, hiç olmasa anlattıklarının dikkat çekmesini isteyen bir insanın doğal başvuru yöntemlerindendir aslında alıntı yapmak.
           
Diğer taraftan; alıntı, eğer doğru ve yerinde yapılıyor ise, alıntılandığı eser ve sahibinin de tanınmasına katkıda bulunan bir yöntemdir.

            Birçok nedenden ötürü alıntı yapılabilir. Örneğin; bilimsel bir çalışma veya tezde, kişi savını kanıtlamak ya da güçlendirmek için başka bilimsel çalışmalardan örnekler gösterebilir veya bazı pasajlar alabilir. Yine benzer şekilde, edebi veya sanatsal üretimlerde de başka başka sanatçıların eserlerinden alıntılar yapılarak, ortaya çıkacak eser daha da zenginleştirilebilir. Kimi zaman da eğitim-öğretim maksadıyla çeşitli bilim ve sanat insanlarının eserlerinden alıntılar yapılmak suretiyle, konu hem daha anlaşılır kılınabilir, hem de daha iyi öğrenilebilir.

            Tüm bu süreçte en çok dikkat edilmesi gereken husus, alıntı yaparken aşırıya kaçmamak ve eser sahibinin haklarına zarar vermemektir.

Peki bunun bir ölçütü var mıdır ya da nasıl bir ölçüt belirlenebilir?

            Bu çok basit bir soru gibi görünse de, cevabının o kadar da basit olmadığına ve pek çok tartışmanın konusu olduğuna emin olun.

            Ben her ne kadar, doğru ve yanlış konusunda içimizde şaşmaz bir mekanizma bulunduğuna ve illâki bizi uyardığına inansam da, genel kuralların da yol göstericiliğini inkâr etmem mümkün değil. İşte bu sebeple, bir fikre sahip olmadan önce bu kuralların en kabul görmüşü ve yazılı olanları, yani kanunların ne dediğine bakalım.

            Eser ve eser sahibinin haklarına ilişkin hususlar genel olarak toplumda Telif Hakları Kanunu diye anılan “Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK)” ile düzenlenmektedir.

            1951 tarihli olup, günümüze dek sayısız kere değişikliğe uğramış bu Kanunda, eser ve eser sahibi arasındaki bağ, eser sahibinin hakları, diğer hak sahipleri ile ilişkileri, ihlaller ve yaptırımlar hüküm altına alınmıştır.

            Biz burada konuyu “alıntı yapmak” ile sınırlayalım ve ilgili olabilecek hükümlere şöyle bir göz atalım.

1.                     Eser ve eser sahipliği: Tanımlar başlığı taşıyan FSEK Madde 1b ile eser “sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri”, eser sahibi de “eseri meydana getiren kişi” şeklinde tanımlanmaktadır.

2.                     Eser sahibinin hakları: FSEK 13-25 Maddeler arasında eser sahibinin eseri üzerindeki hakları tanımlanmakta ve nasıl kullanabileceği düzenlenmektedir. Kısaca özetlemek gerekirse, eser sahibinin hakları mali ve manevi haklar olarak ikiye ayrılmaktadır.

Manevi haklar: Umuma Arz Salahiyeti, Adın Belirtilmesi Salahiyeti, Eserde Değişiklik Yapılmasını Menetmek ile Zilyed ve Malike Karşı Haklardır.

Mali haklar da şu şekilde sıralanmaktadır: İşleme Hakkı, Çoğaltma Hakkı, Yayma Hakkı, Temsil Hakkı, İşaret, Ses ve/veya Görüntü Nakline Yarayan Araçlarla Umuma İletim Hakkı.

Burada sadece başlık olarak verdiğimiz her “hakkın” başlı başına bir makale konusu olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.

3.                  Hakların Kullanılması: FSEK uyarınca bir eser üzerindeki haklar eser sahibine aittir ve hakların kullanımı mutlak şekilde eser sahibinin iznine bağlıdır. Genel kabule göre, manevi haklar bir başkasına devredilemezken, mali haklar eser sahibi tarafından üçüncü kişilere devredilebilir. Kanunda sayılan mali haklar birbirine bağlı değildir, dolayısıyla birinin devri diğerini etkilemez.

FSEK Md. 52: “Mali haklara dair sözleşme ve tasarrufların yazılı olması ve konuları olan hakların ayrı ayrı gösterilmesi şarttır.” Hükümleri ile mali hakların başkalarınca nasıl kullanılabileceğini gayet kısa ve öz bir şekilde açıklamıştır.

4.                  Süreler: FSEK’deki hükümleri, hukukun diğer alanlarındaki mülkiyet hükümlerinden ayıran en önemli husus, eser sahibinin mali hakları üzerindeki izin verme yetkisinin süreye tabi olmasıdır. Buna göre; bir eser üzerindeki bu koruma süresi eser sahibi yaşadığı müddetçe ve ölümünden sonra yetmiş yıl devam eder. Bu sürenin sonunda, isteyen herkes eser sahibine tanınan mali hakları izin almaya gerek kalmaksızın kullanabilir. (FSEK Md. 26-27)

5.                  Yaptırımlar: Eser sahibine tanınan hak ve yetkilerin izinsiz kullanımı halinde uygulanacak yaptırımlar da FSEK Hukuk ve Ceza Davaları başlıklı Beşinci Bölümde yer alan maddelerde hükme bağlanmıştır.

            Hem konumuzla ilgisi bakımından hem de bir fikir vermesi açısından; Manevi, Mali veya Bağlantılı Haklara Tecavüz başlıklı 71 inci maddenin 3 üncü bendinin “ Bir eserden kaynak göstermeksizin iktibasta bulunan (yani alıntı yapan) kişi altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezasıyla cezalandırılır” hükmünü burada zikredelim.


Buraya kadar yazılanları kısaca özetlemek gerekirse:
-         Bir eserin sahibi onu meydana getirendir,
-         Eser sahibinin eseri üzerinde mali ve manevi hakları vardır,
-         Eser sahibine tanınan haklar zamanla mukayettir, mali haklara ilişkin koruma süresi eser sahibi yaşadığı müddetçe ve ölümünden itibaren 70 yıldır,
-         Bu hakları kullanma yetkisi mutlak surette eser sahibine aittir ve üçüncü kişiler ancak eser sahibinden aldıkları yetki veya izne bağlı olarak bu eserler üzerinde tasarrufta bulunabilirler,
-         Eser sahibinin haklarına tecavüz halinde üç ay ile beş yıl arasında değişen hapis veya adli para cezalarına çarptırılır.

            Tüm bunları okuyunca insanın okumaktan-yazmaktan ve alıntı yapmaktan vazgeçesi geliyor değil mi? Konuyu daha fazla kasmadan bu noktada, kurallar ve hükümler ne kadar katı görünse de, kanun koyucunun uygulamada bir denge gözeterek, eser sahiplerinin menfaatleri kadar genel menfaati de gözettiğini belirtelim.

            FSEK’teki“Genel Menfaat Mülahazasıyla” başlıkta yer alan 31-37 arası maddelerde bir eserin kullanımına ilişkin istisnalar yer almaktadır. Kolaylıkla tahmin edebileceğiniz gibi hangi durumlarda eser sahibinden izin almaya gerek kalmaksızın bir eserden faydalanabileceğini hükme bağlamaktadır bu maddeler. Konu başlığımız “alıntı” ya da kanunda geçen ibareye uygun olarak “iktibas” olduğuna göre, doğrudan bu maddeye bakalım.

            “İktibas Serbestisi” başlıklı madde hükümleri aşağıdaki gibidir:
  
“Madde 35- Bir eserden aşağıdaki hallerde iktibas yapılması caizdir:
 1. Alenileşmiş bir eserin bazı cümle ve fıkralarının müstakil bir ilim ve edebiyat eserine alınması;
 2. Yayımlanmış bir bestenin en çok tema, motif, pasaj ve fikir nevinden parçalarının müstakil bir musiki eserine alınması;
 3. Alenileşmiş güzel sanat eserlerinin ve yayımlanmış diğer eserlerin, maksadın haklı göstereceği bir nispet dahilinde ve münderacatını aydınlatmak maksadiyle bir ilim eserine konulması;
 4. Alenileşmiş güzel sanat eserlerinin ilmi konferans veya derslerde, konuyu aydınlatmak için projeksiyon ve buna benzer vasıtalarla gösterilmesi.
 İktibasın belli olacak şekilde yapılması lazımdır. İlim eserlerinde, iktibas hususunda kullanılan eserin ve eser sahibinin adından başka bu kısmın alındığı yer belirtilir.”

O halde, bir eserden alıntı yaparken;
- Alıntı yapıldığının belli olması,
- Alıntı yapılan eserin ve eser sahibinin adı ile alıntı yapılan bölümün açıkça belirtilmesi,
- Bir eser meydana getirirken, başka bir eserden yapılacak alıntının, asıl eserin içeriğinin anlaşılmasına katkı sağlayacak şekilde ve bu amaca uygun nispette olması
dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardır.

Alıntı yapıldığını açıkça belirterek, eserin adını ve sahibini, ilgili bölümü açıkça yazmanın veya bildirmenin anlaşılmaz bir tarafı yok. Bununla birlikte “maksadın haklı göstereceği bir nispet ve içeriğini aydınlatmak” noktalarının insanın aklına pek çok kurt düşürdüğünü de itiraf etmek gerek.

Bu nispet nasıl belirlenir? Ne dereceye kadar içerik daha anlaşılır kılınabilir? Bunlar fazlaca detaycı ve lüzumsuz gibi görünen sorular gibi görünseler de; bazı hallerde inanılmaz önem kazanabilirler.
İşte size doğaçlama bir örnek: Orhan Veli’nin o meşhur şiiri “İstanbul’u Dinliyorum” mısralarca süren, su gibi bir şiir. Diyelim ki; bir yazar bir makalesinde bu şiirden alıntı yapıyor:
“İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda
Sucuların hiç durmayan çıngırakları;
İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı.”

Şiirin tamamı düşünüldüğünde, iç terazide nispet tutuyor gibi. Bir de tabii, bütün şiiri bir güzel alıp yayınlayıp sonra da “alıntı” diye yazma durumu var ki, işte o dengeyi şaşırtıyor.

Peki ya kısacık bir rubai söz konusu olsa? Tıpkı Hayyam’ın aşağıdaki dörtlüğündeki gibi:

“Benden Muhammed Mustafa' ya saygı ve selâm,
Deyin ki, hoş görünürse, bir şey soracak Hayyam:
Neden Yüce Efendimizin buyruklarında
Ekşi ayran helâl de, güzelim şarap haram?”

Konu iyice dağılıp içinden çıkılmaz bir hal almadan toparlamak gerekirse;:

-         Öncelikle başta söylediğimiz gibi; insan okur ve alıntı yapar.
-         Bunu yaparken, asıl eser sahibine saygı göstermek ve haklarına zarar vermemelidir.
-         Okuyanın asıl eser ile alıntı yapılan eser arasındaki farkı anlaması, alıntı yapılan eserin kime ait olduğunu ve hangi bölümün alıntılandığını görmesi gerekir. Başka deyişle, alıntı yapan o eseri kendisine mal edilmesine neden olmamalı, bundan faydalanmaya çalışmamalıdır.
-         Ölçüyü belirlerken kurallara uygun davranmak (bir anlamda kanun hükümlerine), hem alıntı yapanı hem de alıntılananı korur (ceza hükümlerini hatırlayın). Bu hükümlerin çaresiz veya yetersiz kaldığı yerlerde de genel kabul sınırları içinde kalmak yol gösterici olabilir.
-         Bunun için de “kendine yapılmasını istemediğin şeyi, başkalarına yapma” oldukça etkili bir kıstas sayılabilir.

Her ne olursa olsun unutmamak gerek ki, yazarken alıntı yapan kişi de bir eser meydana getirmektedir. Bu durumda kendisi için bekleyeceği saygı ve korumayı, karşındakinden de esirgememelidir. Böyle bir anlayış, toplumsal alanda pek çok hükümden daha düzenleyici ve yol göstericidir.

Yunus demiş ki:

İyi sözün aslın bilen derdi bu söz nerden gelir,
Söz aslını anlamayan sanır bu söz benden gelir”

İşte “alıntı” ile “çalıntı” arasındaki fark da budur.  

Hiç yorum yok:

SÖYLE SÖZÜNÜ

Ad

E-posta *

Mesaj *

kimler gelmiş:)

Twitter

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı