Yazan: Özlem PEKCAN
ozlem.pkcan@gmail.com
İnsan
okur. Okuyunca da alıntı yapar. Düşünen, analiz eden, hiç olmasa
anlattıklarının dikkat çekmesini isteyen bir insanın doğal başvuru
yöntemlerindendir aslında alıntı yapmak.
Diğer
taraftan; alıntı, eğer doğru ve yerinde yapılıyor ise, alıntılandığı eser ve
sahibinin de tanınmasına katkıda bulunan bir yöntemdir.
Birçok
nedenden ötürü alıntı yapılabilir. Örneğin; bilimsel bir çalışma veya tezde,
kişi savını kanıtlamak ya da güçlendirmek için başka bilimsel çalışmalardan
örnekler gösterebilir veya bazı pasajlar alabilir. Yine benzer şekilde, edebi
veya sanatsal üretimlerde de başka başka sanatçıların eserlerinden alıntılar
yapılarak, ortaya çıkacak eser daha da zenginleştirilebilir. Kimi zaman da
eğitim-öğretim maksadıyla çeşitli bilim ve sanat insanlarının eserlerinden
alıntılar yapılmak suretiyle, konu hem daha anlaşılır kılınabilir, hem de daha
iyi öğrenilebilir.
Tüm
bu süreçte en çok dikkat edilmesi gereken husus, alıntı yaparken aşırıya
kaçmamak ve eser sahibinin haklarına zarar vermemektir.
Peki bunun bir
ölçütü var mıdır ya da nasıl bir ölçüt belirlenebilir?
Bu
çok basit bir soru gibi görünse de, cevabının o kadar da basit olmadığına ve
pek çok tartışmanın konusu olduğuna emin olun.
Ben
her ne kadar, doğru ve yanlış konusunda içimizde şaşmaz bir mekanizma
bulunduğuna ve illâki bizi uyardığına inansam da, genel kuralların da yol
göstericiliğini inkâr etmem mümkün değil. İşte bu sebeple, bir fikre sahip olmadan
önce bu kuralların en kabul görmüşü ve yazılı olanları, yani kanunların ne
dediğine bakalım.
Eser
ve eser sahibinin haklarına ilişkin hususlar genel olarak toplumda Telif
Hakları Kanunu diye anılan “Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK)” ile düzenlenmektedir.
1951
tarihli olup, günümüze dek sayısız kere değişikliğe uğramış bu Kanunda, eser ve
eser sahibi arasındaki bağ, eser sahibinin hakları, diğer hak sahipleri ile
ilişkileri, ihlaller ve yaptırımlar hüküm altına alınmıştır.
Biz
burada konuyu “alıntı yapmak” ile sınırlayalım ve ilgili olabilecek hükümlere
şöyle bir göz atalım.
1.
Eser
ve eser sahipliği: Tanımlar başlığı taşıyan FSEK Madde 1b ile eser
“sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar
veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri”, eser
sahibi de “eseri meydana getiren kişi” şeklinde
tanımlanmaktadır.
2.
Eser
sahibinin hakları: FSEK 13-25 Maddeler arasında eser sahibinin eseri
üzerindeki hakları tanımlanmakta ve nasıl kullanabileceği düzenlenmektedir.
Kısaca özetlemek gerekirse, eser sahibinin hakları mali ve manevi haklar olarak
ikiye ayrılmaktadır.
Manevi haklar:
Umuma Arz Salahiyeti, Adın Belirtilmesi Salahiyeti, Eserde Değişiklik
Yapılmasını Menetmek ile Zilyed ve Malike Karşı Haklardır.
Mali haklar da
şu şekilde sıralanmaktadır: İşleme Hakkı, Çoğaltma Hakkı, Yayma Hakkı, Temsil
Hakkı, İşaret, Ses ve/veya Görüntü Nakline Yarayan Araçlarla Umuma İletim
Hakkı.
Burada sadece
başlık olarak verdiğimiz her “hakkın” başlı başına bir makale konusu olduğunu
da belirtmeden geçmeyelim.
3.
Hakların Kullanılması: FSEK uyarınca bir eser üzerindeki
haklar eser sahibine aittir ve hakların kullanımı mutlak şekilde eser sahibinin
iznine bağlıdır. Genel kabule göre, manevi haklar bir başkasına devredilemezken,
mali haklar eser sahibi tarafından üçüncü kişilere devredilebilir. Kanunda
sayılan mali haklar birbirine bağlı değildir, dolayısıyla birinin devri
diğerini etkilemez.
FSEK Md. 52: “Mali haklara dair sözleşme ve tasarrufların
yazılı olması ve konuları olan hakların ayrı ayrı gösterilmesi şarttır.”
Hükümleri ile mali hakların başkalarınca nasıl kullanılabileceğini gayet kısa
ve öz bir şekilde açıklamıştır.
4.
Süreler: FSEK’deki hükümleri, hukukun
diğer alanlarındaki mülkiyet hükümlerinden ayıran en önemli husus, eser
sahibinin mali hakları üzerindeki izin verme yetkisinin süreye tabi olmasıdır.
Buna göre; bir eser üzerindeki bu koruma süresi eser sahibi yaşadığı müddetçe
ve ölümünden sonra yetmiş yıl devam eder. Bu sürenin sonunda, isteyen herkes eser
sahibine tanınan mali hakları izin almaya gerek kalmaksızın kullanabilir. (FSEK
Md. 26-27)
5.
Yaptırımlar:
Eser sahibine tanınan hak ve yetkilerin izinsiz kullanımı halinde
uygulanacak yaptırımlar da FSEK Hukuk ve Ceza Davaları başlıklı Beşinci Bölümde
yer alan maddelerde hükme bağlanmıştır.
Hem
konumuzla ilgisi bakımından hem de bir fikir vermesi açısından; Manevi, Mali
veya Bağlantılı Haklara Tecavüz başlıklı 71 inci maddenin 3 üncü bendinin “ Bir
eserden kaynak göstermeksizin iktibasta bulunan (yani alıntı yapan) kişi altı
aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezasıyla cezalandırılır” hükmünü
burada zikredelim.
Buraya kadar yazılanları kısaca
özetlemek gerekirse:
-
Bir eserin sahibi onu meydana getirendir,
-
Eser sahibinin eseri üzerinde mali ve manevi hakları vardır,
-
Eser sahibine tanınan haklar zamanla mukayettir, mali haklara
ilişkin koruma süresi eser sahibi yaşadığı müddetçe ve ölümünden itibaren 70
yıldır,
-
Bu hakları kullanma yetkisi mutlak surette eser sahibine aittir ve
üçüncü kişiler ancak eser sahibinden aldıkları yetki veya izne bağlı olarak bu
eserler üzerinde tasarrufta bulunabilirler,
-
Eser sahibinin haklarına tecavüz halinde üç ay ile beş yıl arasında
değişen hapis veya adli para cezalarına çarptırılır.
Tüm
bunları okuyunca insanın okumaktan-yazmaktan ve alıntı yapmaktan vazgeçesi
geliyor değil mi? Konuyu daha fazla kasmadan bu noktada, kurallar ve hükümler
ne kadar katı görünse de, kanun koyucunun uygulamada bir denge gözeterek, eser
sahiplerinin menfaatleri kadar genel menfaati de gözettiğini belirtelim.
FSEK’teki“Genel
Menfaat Mülahazasıyla” başlıkta yer alan 31-37 arası maddelerde bir eserin
kullanımına ilişkin istisnalar yer almaktadır. Kolaylıkla tahmin edebileceğiniz
gibi hangi durumlarda eser sahibinden izin almaya gerek kalmaksızın bir eserden
faydalanabileceğini hükme bağlamaktadır bu maddeler. Konu başlığımız “alıntı”
ya da kanunda geçen ibareye uygun olarak “iktibas” olduğuna göre, doğrudan bu
maddeye bakalım.
“İktibas Serbestisi” başlıklı madde hükümleri
aşağıdaki gibidir:
“Madde 35- Bir eserden
aşağıdaki hallerde iktibas yapılması caizdir:
1. Alenileşmiş bir eserin bazı cümle ve fıkralarının müstakil bir
ilim ve edebiyat eserine alınması;
2. Yayımlanmış bir bestenin en çok tema, motif, pasaj ve fikir
nevinden parçalarının müstakil bir musiki eserine alınması;
3. Alenileşmiş güzel sanat eserlerinin ve yayımlanmış diğer
eserlerin, maksadın haklı göstereceği bir nispet dahilinde ve münderacatını
aydınlatmak maksadiyle bir ilim eserine konulması;
4. Alenileşmiş güzel sanat eserlerinin ilmi konferans veya
derslerde, konuyu aydınlatmak için projeksiyon ve buna benzer vasıtalarla
gösterilmesi.
İktibasın belli olacak şekilde yapılması lazımdır. İlim
eserlerinde, iktibas hususunda kullanılan eserin ve eser sahibinin adından
başka bu kısmın alındığı yer belirtilir.”
O halde, bir eserden alıntı yaparken;
- Alıntı yapıldığının belli olması,
- Alıntı yapılan eserin ve eser sahibinin adı ile alıntı yapılan
bölümün açıkça belirtilmesi,
- Bir eser meydana getirirken, başka bir eserden yapılacak alıntının,
asıl eserin içeriğinin anlaşılmasına katkı sağlayacak şekilde ve bu amaca uygun
nispette olması
dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardır.
Alıntı yapıldığını açıkça belirterek, eserin adını ve sahibini, ilgili
bölümü açıkça yazmanın veya bildirmenin anlaşılmaz bir tarafı yok. Bununla
birlikte “maksadın haklı göstereceği bir nispet ve içeriğini aydınlatmak”
noktalarının insanın aklına pek çok kurt düşürdüğünü de itiraf etmek gerek.
Bu nispet nasıl belirlenir? Ne dereceye kadar içerik daha anlaşılır
kılınabilir? Bunlar fazlaca detaycı ve lüzumsuz gibi görünen sorular gibi
görünseler de; bazı hallerde inanılmaz önem kazanabilirler.
İşte size doğaçlama bir örnek: Orhan Veli’nin o meşhur şiiri
“İstanbul’u Dinliyorum” mısralarca süren, su gibi bir şiir. Diyelim ki; bir
yazar bir makalesinde bu şiirden alıntı yapıyor:
“İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda
Sucuların hiç durmayan çıngırakları;
İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı.”
Şiirin tamamı düşünüldüğünde, iç terazide nispet tutuyor
gibi. Bir de tabii, bütün şiiri bir güzel alıp yayınlayıp sonra da “alıntı”
diye yazma durumu var ki, işte o dengeyi şaşırtıyor.
Peki ya kısacık bir rubai söz konusu olsa? Tıpkı Hayyam’ın
aşağıdaki dörtlüğündeki gibi:
“Benden
Muhammed Mustafa' ya saygı ve selâm,
Deyin ki, hoş
görünürse, bir şey soracak Hayyam:
Neden Yüce
Efendimizin buyruklarında
Ekşi ayran helâl
de, güzelim şarap haram?”
Konu iyice
dağılıp içinden çıkılmaz bir hal almadan toparlamak gerekirse;:
-
Öncelikle başta söylediğimiz gibi; insan okur ve alıntı
yapar.
-
Bunu yaparken, asıl eser sahibine saygı göstermek ve
haklarına zarar vermemelidir.
-
Okuyanın asıl eser ile alıntı yapılan eser arasındaki
farkı anlaması, alıntı yapılan eserin kime ait olduğunu ve hangi bölümün
alıntılandığını görmesi gerekir. Başka deyişle, alıntı yapan o eseri kendisine
mal edilmesine neden olmamalı, bundan faydalanmaya çalışmamalıdır.
-
Ölçüyü belirlerken kurallara uygun davranmak (bir
anlamda kanun hükümlerine), hem alıntı yapanı hem de alıntılananı korur (ceza
hükümlerini hatırlayın). Bu hükümlerin çaresiz veya yetersiz kaldığı yerlerde
de genel kabul sınırları içinde kalmak yol gösterici olabilir.
-
Bunun için de “kendine yapılmasını istemediğin şeyi,
başkalarına yapma” oldukça etkili bir kıstas sayılabilir.
Her ne olursa
olsun unutmamak gerek ki, yazarken alıntı yapan kişi de bir eser meydana
getirmektedir. Bu durumda kendisi için bekleyeceği saygı ve korumayı,
karşındakinden de esirgememelidir. Böyle bir anlayış, toplumsal alanda pek çok
hükümden daha düzenleyici ve yol göstericidir.
Yunus demiş
ki:
“İyi sözün
aslın bilen derdi bu söz nerden gelir,
Söz aslını
anlamayan sanır bu söz benden gelir”
İşte “alıntı”
ile “çalıntı” arasındaki fark da budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder