Benim babam futbol sevdalısı bir adamdı. Gençliğinde futbol oynamış, kalecilik yapmıştı ancak elim bir kaza sağ elinin yarısıyla birlikte tüm gelecek ümitlerini de yanında götürmüştü. Buna rağmen futbolla ilgisini hiç kesmemişti. İki kızı vardı, erkek olsalardı belki onların da futbol oynamasını isterdi, bilemiyorum. Ama kızlarına kendisindeki sevdanın aynısını aşılamıştı. O Fenerbahçeliydi, biz de. Çocukluğumuzun siyah beyaz televizyonlarında bile çubuklumuz sarı lacivertti bizim.
O tek kanalın yayınladığı her maçı birlikte izlerdik, olmadı radyodan dinlerdik. İngiltere’den sekiz gol yediğimiz de olurdu, Fener’in 4-0’dan maç çevirdiği de. Kornermiş, autmuş, taçtan gol nasıl atılırmış, anlatırdı. Ofsayt neymiş, hangi oyuncu nerede duruyormuş beyaz cama yapışa yapışa tartışırdık. Avrupa kupalarını takip ederdik, özellikle şampiyon kulüpler kupasını. Dünya Kupası maçlarını dört gözle beklerdik, gazetelerin verdikleri boş fikstürleri doldururduk. Ezelden ebede yegâne favorimiz Brezilya idi, o da muhakkak yarı yolda bırakırdı bizi. Almanya’nın, İtalya’nın, Arjantin’in şampiyonluklarını beraber izledik. Maçlar uzadı mı illâ penaltıya kalsın isterdik. =>>>
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder