KEBİKEÇ

26 Aralık 2011 Pazartesi

İÇİMDE BİRİ VAR






İçimde biri var,
Karanlıkta korkuyor, kuytularda saklanıyor,
Yolunu bulup aydınlıkta dans ediyor,
Biri ardında diğeri, içimde biri var!

Biri kulağıma fısıldıyor, aklımı kurcalıyor,
Diğeri vicdanımı sızlatıyor, ruhumu okşuyor
Bazı çocuk, bazı değil, biraz deli, biraz veli
Biri ardında diğeri, içimde biri var!

Kavak yeli başımda kalbimin çarpıntısı
Dudaklarımda bitmez bir güz şarkısı
Ağlasam da gülsem de şaşmaz sırası
Bazı aşina, bazı yabancı içimde biri var!

Biri söyler biri dinler,
Doğru nedir, gerçek nerdedir
Cevabı kim bilir?
Biri ardında diğeri, içimde biri var!

Bir ben değilim içindekinin peşinden giden
Ezelden ebede hep aynı serüven.
Biri ardında diğeri, kim bilir kaç kişi
Ah biliyorum içimde biri var!


                                               



Gülüm Pekcan Dans Tiyatrosu 20.yılını “İÇİMDE BİRİ VAR” ile kutluyor. Tiyatro 20 yıldır birbirinden farklı oyunlarla seyirci karşısına çıktı. 

İnsanın içinde barındırdığı bin bir kimliği esprili bir dille anlatan oyun, aslında günümüz insanının geçirdiği mutasyonu da acımasızca eleştiriyor. 

Koreografi ve rejisini GÜLÜM PEKCAN ŞİMŞİR'in yaptığı oyunda; OĞULCAN ABACIOĞLU, HACI VELİ KURT, CEREN ERGİN, GÜLEDA ABACIOĞLU, DEFNE ÜSTÜNKAYA ve GÜLÜM PEKCAN ŞİMŞİR rol alıyor. 

Ankara da 20 yıldır aralıksız performans yapmanın zor ama çok güzel olduğunu söyleyen ŞİMŞİR: "TİYATRO KURULDUĞU GÜN DOĞANLAR BU GÜN 20 YAŞINDA. ÜLKEDE BİRÇOK DEĞİŞİKLİK OLDU AMA BİZ TÜM SIKINTILARA RAĞMEN ÜRETMEYE VE DANS ETMEYE DEVAM EDECEĞİZ” dedi.

Oyun 26 Aralık pazartesi günü Gülüm Pekcan Oda Tiyatrosunda saat 20.00 de premier yapıyor.

9 Ocak 2012 saat 20.00 de Ankara Sanat tiyatrosunda tekrar sahnelenecek oyun, sezon boyunca pazartesileri her iki mekânda da dönüşümlü olarak seyircisiyle buluşacak.




16 Aralık 2011 Cuma

SÜPER EFE, TAŞKIN AĞBİ'YE KARŞI!






Bu günlerde sanal âlemde dolaşan iki reklâm bol bol tıklanıyor ve çok güldürüyor.

İlki Cem Yılmaz'ın meşhur Taşkın Ağbisi ve Türkiye'ye kesin dönüş temalı. Taşkın Ağbi yine çok komik ve kendine özgü: Almanya'daki gurbetçilerimizi Türk Telekomun yeni tarifeleriyle tanıştırmaya kesin kararlı. Özellikle; hip-hopçu kardeşlerimizin, Konya şehir tabelâsı önündeki halleri, kopartıyor!


İkinci film ise; kuru incir temalı. Filmde,  kolunda bir de incir sepeti taşıyan Efe'miz evine dönmek için yol kenarında durdurduğu sürücüyle sıkı bir pazarlık yapıyor, anlaşamayınca da neler neler oluyor! 


Süper Efe, Taşkın Ağbi'ye karşı... 


İzleyin bakalım siz hangisini beğeneceksiniz, belki de ikisi de gülümsetecek sizi!


SÜPER EFE VE KURU İNCİR 





TAŞKIN AĞBİ VE KESİN DÖNÜŞ


12 Aralık 2011 Pazartesi

ENGELLİLER, DANS VE YAŞAMA SEVİNCİ



Türkiye'nin ilk engelli ve engelsizlerden oluşan Devinimler ve Yaşama Sevinci Dans Topluluğu'nun dans serüveni sürüyor.  


Topluluk; geçtiğimiz hafta,  Ankara Büyükşehir Belediyesi Engelliler Konseyi'nin 1. Yaşama Sevinci ödül töreninde yaklaşık binbeşyüz kişi önünde büyük beğeni ve takdir gören bir gösteri gerçekleştirdi.  


Genel Sanat Yönetmeni  Gülüm Pekcan, gösteri sonrası yaptığı açıklamada  "Topluluğun 8 inci sanat yılına girerken yurt içi ve dışında 100'ün üzerinde gösteri yaptığını ve yaklaşık 80 bin izleyici karşısında dans ettiğini" söyledi.


Ayrıca, Türkiye'de engelliler için çalışmaların yeterli olmadığını da belirten Pekcan: "Resmi kurum ve kuruluşlarda en çok yaşadığımız sıkıntı merdivenler, merdivenler, merdivenler... Çoğu sinema ve tiyatro salonlarında engelliler için ayrılmış ne bölüm, ne de engellilerin bu binalara rahatlıkla girip-çıkabilecekleri parkurlar yapılmış. Yetkililerden bu konuda hassasiyet bekliyoruz" diye konuştu.


Engellerle, vücudun koyduğu sınırlar ve kısıtlarla yaşamak ne kadar zor! Ayrıca üçüncü zihinlerin yarattığı, sokaklarda, kaldırımlarda, fiziki hayatın her yerinde somutlaştırdığı engellemeler ve bariyerlerle mücadele etmek de ne kadar cesaret işi!

İşte Devinimler ve Yaşama Sevinci Dans Topluluğu, adım attığı her platformda, cesareti, zerafet ve sanatla yoğurarak, sadece sanatsal bir gösteri sunmuyor izleyenler, aynı zamanda bir yaşam dersi de veriyor.

Fikriniz olsun ya da bir kez daha o anlara tanık olmak istiyorsanız aşağıdaki videoyu izleyebilirsiniz. 





9 Aralık 2011 Cuma

PAMUK PRENSES, PAMUK PRENSES'E KARŞI



 "Pamuk Prenses" 2012'de iki ayrı filmle beyaz perdede arz-ı endam edecek!

İyi ile kötü arasında süregelen evrensel savaşın, belki de en klâsik öyküsü, iki ayrı yorumla izleyiciyle buluşacak.

Masalların en güzel tarafı, her zaman iyiden yana olması. Bu açıdan bakıldığında her iki filmde de "iyi" açık ara önde. Ama asıl merak konusu, Julia Roberts ile "Mirror Mirror"  ya da Charlize Theron ile "Snow White and the Huntsman", bakalım gişe savaşından hangi film galip çıkacak?

İşte konu, fragman ve fotoğraflarıyla iki film hakkında kısa bilgiler!

MIRROR MIRROR - AYNA AYNA


Baharda vizyona girecek olan ilk film "Mirror Mirror - Ayna Ayna"da, Lily Collins, Julia Roberts ve Armie Hammer başlıca rolleri paylaşıyor. Filmde, kolaylıkla tahmin edebileceğiniz üzere, dünyalar güzeli iyi kalpli Pamuk Prenses (Lily Collins), kötü kalpli cadı (Julia Roberts) tarafından kendisine kurulan tuzaklardan kurtulmak ve tacını geri almak, bu arada da gerçek aşkına kavuşabilmek için yedi cücelerin de yardımıyla romantik, büyülü  ve biraz da mizahi bir maceraya sürükleniyor.

Sevimli atmosferi ve sunduğu sihirli dünya ile epey ilgi çekeceğe benzeyen filmde, Julia Roberts'in oyunculuğu, komedideki ustalığı bir kez daha izleyenleri hayran bırakacak gibi.



Filmle ilgili fotoğraflar için tıklayınız.

SNOW WHITE AND THE HUNTSMAN - PAMUK PRENSES VE AVCI

Yaz başında vizyona girecek ikinci Pamuk Prenses filmi ise "Snow White and the Huntsman - Pamuk Prenses ve Avcı". Başlıca rollerde ise Kristen Stewart, Chris Hemsworth ve Charlize Theron oynuyor.

Filmde; Pamuk Prenses (Kristen Stewart) ve kötü üvey anne (Charlize Theron) arasındaki mücadele, asıl öykü çerçevesinde olmakla birlikte, oldukça farklı bir formatta şekilleniyor. En beklenmedik karakter değişikliğini de Pamuk Prenses gösteriyor, kızımız saf, ürkek ve çıt kırıldım bir tip yerine gerçek bir "savaşçı prenses" olarak perdede görünüyor.

Bu minvalde çekilen savaş sahnelerinin, ayrıca kullanılan görsel efektlerin de ayrıca hakkını vermek gerek.



 Filmle ilgili fotoğraflar için tıklayınız




6 Aralık 2011 Salı

BİR ÇAY DAHA LÜTFEN!


“Ayrılırken arkamdan seslenen insanlar, yolculuğumun su gibi akıp gitmesi için bir dua olmak üzere arkamdan su döken kadınlar oldu. Otobüslere bindiğimde çiçekler, hediyeler sunuldu. Benim kendi ailem bana bu şekilde bir sevgi ve ilgi göstermedi, ya seninki Lady Mary?”



Bu cümleler, otuz yılı aşkın süredir ülkemizi, neredeyse karış karış gezen Amerikalı bir modern zaman seyyahının, Katharine Branning’in, Türkçe'de "Bir Çay Daha Lütfen" başlığıyla yayınlanan kitabından.

Lady Montagu’ye hitaben yazılan seyahat mektuplarından oluşan kitap aslında Türkiye halkına hitap ediyor ve  kendimize dışarıdan bakmaya davet ediyor.

Aşağıda ise; yazarın kitabıyla ilgili yaptığı sunumu bulacaksınız. Bir yabancının gözünden çay ve çay kültürümüz. 

İzleyin bakalım!



 
Eksi 10 - Bölüm 21 - Katharine Branning'den Türk Çayı Sunumu from Westwood Productions on Vimeo.

5 Aralık 2011 Pazartesi

OD'UNDA YANMAK




"Ben ağlarım yane yane
Aşk boyadı beni kane
Ne âkilem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi"

13. yüzyıl ortalarında Anadolu coğrafyası, Anadolu Selçuklu Devletinin dağıldığı, Moğol saldırılarıyla halkın hırpalandığı, irili-ufaklı Türk Beyliklerinin ortaya çıktığı ve Osmanlı Devletinin kuruluşunun yaklaştığı zorlu bir dönem geçirmektedir.

    Bu dönemde; savaşlar ve istilâlar yüzünden yokluk, yıkım ve açlık içinde kıvranan coğrafyanın ve Anadolu halkının tek zenginlik kaynağı Anadolu Erenleridir.

İskender Pala da son kitabı “OD – Bir Yunus Romanı”nda bunlardan birinin Yunus Emre’nin hayatını, birkaç ağızdan birden anlatıyor.

Yunus kendi halinde bir Anadolu köylüsü iken, hayatı köyünün “çekik gözlerin” saldırısına uğrayıp yağmalanması ve küçük oğlunun ölümü ile alt-üst olur. Karısı, hayatta kalan tek oğlu ve saldırıdan kurtulan diğer köylülerle yollara düşer ve daha güvenli olduğuna inandığı topraklarda kendine bir yurt kurar. Ne çare ki; burada da açlık, yoksulluk ve ölüm peşini bırakmaz. Çok sevdiği karısı Sitare burada ölür, oğlu bir saldırı sonrasında kaybolur. O ise bir avuç buğday peşindedir.

Dilden dile yüzyıllar aşarak günümüze ulaşan bildik öyküsü burada başlar; köylüsü için buğday istemeye varır Hacı Bektaş Veli’nin kapısına. Herkese olabildiğince himmet eden Hacı Bektaş, hiç de beklemediği şekilde, “buğday” yerine “hikmet” vermeyi önerir ona. Ama bizim Yunus kabul etmez-edemez, zira aç köylüsü, çocuklar aklındadır. Nihayetinde buğdayı alır köyüne döner. Ama köyde taş taş üstünde kalmamıştır. Ve Yunus yollara düşer, hem kayıp oğlunu bulmak, hem de reddettiği “hikmete” ulaşmak için.

Hacı Bektaş’ın kapısından döner, Tapduk Emre’nin dergâhına kapılanır, odun taşır, su taşır. Zaman zaman yollara düşer, aklının ve ruhunun peşinden ilâhi olanı bulmak için. Erendir bilmez erdiğini, ama görenler görür, duyanlar duyar ve bilenler bilir onun ermişliğini.

İskender Pala, kitapta Yunus’un hayatını anlatırken geri plânda da Anadolu panaromasını naif, ama etkili ve acıtıcı bir şekilde sunmayı da ihmal etmiyor, Hacı Bektaş Veli, Mevlâna, Tapduk Emre gibi dönemin diğer erenlerine de selâm ediyor inceden inceye.
   
 Yine böyle dergâhtan alıp başını dağlara vurduğu bir dönemde iki “abdal” ile kesişir yolu, onu dostlukla karşılaşır, sofralarını paylaşırlar. Ancak çözemediği bir durum vardır Bizim Yunus’un; aç karın doymak istediğinde abdallardan biri duaya durmakta ve sonrasında da önlerinde bir sofra kurulmaktadır. Bu işin sırrını bir türlü çözemezken bir akşam hiç beklemediği bir teklifle karşılaşır Yunus:

      “Gelgelelim üçüncü günün akşamında sıranın bende olduğunu söylediler:
            -Nasıl yani? Dedim.
         - Basbayağı ahretlik!.. İki gündür dua ettik, elhamdülillah karnımız doydu. Bu akşam da sen karnımızı doyur bakalım!..
            - Aman ahi erenler, siz benimle alay mı edersiniz?!
      - Haşa ki Allah’ın bir mahluku ile alay edile!.. Hele ki yaratılmışların en şereflisi, kâinatın özü ve özeti olan insan ile?! Dua buyur ki, amin diyelim!”

            Bu talep karşısında çaresiz kıvransa da çareyi yine de ilâhi olanda arar Yunus:

            “Sonra gözlerimi yumdum, Besmele çektim:
            -… Rabbim sana sundum elim. Hadimi bilirim ve benim halimi Sen dahi bilirsin. Bu dervişler sana yakarırken her kimin yüzü suyu hürmetine dua ettilerse, sen o kulunun yüzü suyu hürmetine dua ettilerse, sen o kulunun yüzü suyuna beni bunların yanında mahcup etme İlâhi!..”
           
            Gözlerini açar ki, dört ayrı sofra önünde durmaktadır şimdi. Kendisiyle eğlenildiğini düşünür yine, ama beklemediği bir şey olur, abdallardan biri eline yapışır, diğeri dizini öper ve sorar:
            -Aman kardeşlik, kimin hatırına dua eyledin, kimin hürmetine istedin ki, sana bu nimet verildi?”
           
            Ve Yunus o kadar mütevazi, o kadar deryasını bilmez ki, utanır nasıl dua ettiğini söylemekten de soruya soruyla cevap verir:
“Sonra gayri ihtiyari sordum:
-Peki ya sizler kimin hürmetine istediniz, ey yarenler?”

Karşılığında aldığı cevap şöyle olur:
“Cevap vermek istemediler. Sonunda birbirlerine baktılar ve birisi sanki diğerlerinin de sözcüsü gibi mırıldandı:
-Biz, Tapduk Emre’nin kapısında yıllar yılı odun taşıyan bir Yunus vardır, onun hürmetine diye dua eder, isteriz. Çok şükür her gün bize nimet gelir!
                   (OD - Bir Yunus Romanı, İskender PALA, sf. 214-216)

Yunus’un hayatındaki en önemli olaylardan biri de Mevlâna ile karşılaşmasıdır.  Dost Meclisi’nde vecde gelip de söylediği “Et ü kemik büründüm / Yunus diye göründüm” kafiyesinden Erenleri incittiğini sandığından hep pişmanlık duymuş, gözyaşlarıyla vedalaşırken Çelebi Faruk’un kulağına fısıldanan cümlenin merakını taşımıştır içinde. En nihayetinde de öğrenecektir:

“Çelebi Faruk’un Tapduk Sultan’a söylediği ise bir cümle idi. Benim kelimelerimi havada karşılayıp söndüren bir cümle. Mevlâna’nın cümlesi. Yıllar yılı içimde merakla taşıdığım bir heyecanın cevabı. Utanacağımı düşündüğüm bir eksikli cümle. Tapduk Sultan’ımını tam karşısına geçip söyledi:
-Dedi ki Efendimiz…
-Söyle Çelebim! Aynen Mevlâna Hünkâr kardeşimizin kelimeleriyle söyle.
-Sûfîlik yolunda hangi makama erişmişsem, şu Türkmen kocası Yunus’un ayak izini orada gördüm.
Damarlarımdan canımın çekildiğini hissettim. Zihnimi Abakay Derviş’in çığlığı yalayıp geçti:
-Kuyuya düştüüü!
                     (OD - Bir Yunus Romanı, İskender PALA, sf.267)

Ne demişti Mevlâna: “Derviş Yunus, artık iyice inandım ki bana yan ama tütme dediler. Sana yan ve yandır denilmiş!.. Sen bizi gizli yüzümüzden tanırsın. Başkalarının gözle göremediğini sen kalp ile görürsün. Bahtın açık olsun!...
                             (OD - Bir Yunus Romanı, İskender PALA, sf.170)

Aslında, o gün ayrılırken söylediği bu sözlerle sitem etmemiş, kaderinden haber vermiştir Mevlâna. Zira Yunus, öncesinde ve sonrasında, tüm hayatı boyunca kendi od’unda, kâh üzüntüyle, kâh aşkla, kâh pişmanlıkla yanmış ha yanmıştır, öyle ki o ateş bu gün hâlâ harlamakta ve anlayanları da içine çekmektedir. 

Kitapta Yunus Emre’nin hayat öyküsünü çevreleyen başka hayat öyküleri de var, bunlar bazen birbirine teğet geçiyor, bazen kesişiyor, bazen de paralel yürüyor. Örneğin, Molla Kasım, Samuel, Zahir Baba gibi.

Ama biz Yunus’la başladık onunla bitirelim:

“Ten fânidir, can ölmez
Çün, gitti geri gelmez
Ölür ise ten ölür
Canlar ölesi değil”



Yazan: Özlem Pekcan
           ozlem.pkcan@gmail.com

1 Aralık 2011 Perşembe

ŞANS TRENİNİ KAÇIRMAYIN!



Yazan: Yelda S.

"Şans treni beklediğiniz peronda durduğunda, o trene binmek veya binmemek."
İşte mesele budur!

Şans kavranması ve açıklanması zor bir kavram.

Bir filozofa sormuşlar: "Şansa inanır mısınız?"
Filozof cevaplamış: "Yoksa sevmediğim insanların başarısını neyle açıklardım." Bu da bir bakış açısı tabii…

Şansı fırsatların ayağımıza kadar gelmesi şeklinde ifade etmek istiyorum, ben. Konu fırsatlar ve menfaatler olunca, herkesin kendine göre rasyonel bir aklı olmasına rağmen uygulamada hedef ve amaç sapmalarıyla karşılaşmak mümkündür. Sanırım birçok kişinin böyle bir deneyimi vardır. En azından ben kendi adıma birçok defa eksen kayması yaşadığımı itiraf edebilirim.

Sizi o trene binmeye alıkoyan gerekçeleriniz nedir bilemiyorum, benimkiler sanırım duygusal nedenler. Yani, şans kapımızı çaldığında, ona hazırlıklı olmak gerekiyor.

Bazı düşünürlerin bu konudaki ifadelerine bakalım isterseniz:

"Fırsatlar iyi odaklanmış zihinlerin değerlendirebilmeleri içindir." Louis Pasteur.

Heredot ise: “Olaylar insanlara bağımlı değildir, insanlar olaylara bağımlıdır" derken, olayların iyi değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekiyor.

"Sadece içlerinde mucize taşıdığına inanan insanlar muhteşem başarılar kazanabilirler." Bruce Barton'a ait bu ifadeden anladığım; hayata pozitif bakabilen ve hedefi olan kişilerin fırsatları değerlendirebilecekleri.

Kısacası: Şans treni beklediğiniz peronda durunca binmeye hazır olun!

Değerlendirebileceğiniz bir çok şansınız olsun.

SÖYLE SÖZÜNÜ

Ad

E-posta *

Mesaj *

kimler gelmiş:)

Twitter

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı