KEBİKEÇ

13 Ekim 2009 Salı

SEN UYURSAN HERKES ÖLÜR

“Nefes- Vatan Sağolsun”, Güneydoğu’da Irak sınırına yakın bir ilçedeki komando tugayında bulunan ve Karabal Tepesi’ndeki istasyonu korumakla görevlendirilen bir yüzbaşı ve komutasındaki 40 askerin hikayesini anlatan bir film.

127 dakikalık filmin yönetmeni aynı zamanda yapımcılardan biri olan Levent SEMERCİ.

Bu günlerde gösterime girecek filmin, fragmanları son günlerde internette büyük ilgi görüyor. (Son bir ay içinde 2 milyondan fazla kişi tarafından izlendiği söyleniyor.)

Gerçekçi anlatımı ve vurucu üslubu ile dikkat çeken fragmanlar arasında "Sen uyursan herkes ölür" öne çıkıyor.




Nefes filmi - Uyursan ölürsün
Yükleyen ghostfaceboy. - TV dizilerini ve programlarını online izleyin.

7 Ekim 2009 Çarşamba

OLASILIKSIZ - Adam Fawer


özlem pekcan'ın kitaplığından....

Tesadüf var mıdır? Peki ya kader ve şans? 6. his veya öngörüler?

Biraz daha ileri gidersek, rüya ve sanrılar gerçekse? Deja vu bir zaman köprüsü ise?


Daha da ötesi ya bütün bunlar evrenin kuralı ise?


Hiçbir şey tesadüf değilse ve aslında kaos bir düzense?


Olabilir mi?

Adam FAWER'ın kitabı "Olasılıksız" bu soruları sorduruyor her sayfasında okuyucuya. Aşağıda kitaptan alınmış iki bölüm bulacaksınız:

"Gelin, olasılıktan söz edelim. İlk önce, olasılık dediğimizde en sık akla gelen çekilişlerden, piyangolardan söz edelim.

Amerika'daki en büyük piyangoyu, Powerball'ı kazanabilme olasılığı 120.000.000'da 1'dir. Powerball'ın ilk oynanmaya başlandığı 1997'den beri elliden fazla insan bu olasılığı alt üst ederek büyük ikramiyeyi kazanmıştır. Onlar, bu gezegendeki en şanslı, en zengin insanlar arasındadır. Onlardan nefret ederim. Ama konumuz bu değil.

Şimdi de düşük olasılıklı bir olaydan söz edelim: Dünyaya dev bir gök taşı çarpacak ve uygarlık yok olacak. Jeofizikçilere göre, her yıl bunun olması olasılığı milyonda bir.

İnsanoğlunun atalarını da hesaba katarsak, yedimilyon yılı aşkın bir süredir bu gezegende varlığımızı sürdürdüğümüze göre, bir gök taşının bu güne kadar bizi yok etmiş olma olasılığı yüzde yedi yüz. Yani anlayacağınız, bir kere değil, yedi kere ölmüş olmalıydık şimdiye.

Ama, çoğunuzun bildiği gibi, insanoğlunun yazılı tarihinden bu yana yok olmadık.

Ne demeye çalışıyorum sizce? Bir gök taşı bizi yok edecek demeye çalışmıyorum. Düşük olasılıklı olaylar hakkında bir yorumda bulunmaya çalışıyorum, kıssadan hisse şudur: Her an her şey olabilir!

-David T. Caine'in istatistik dersinden alıntı."

(Olasılıksız, Adam FAWER, çev. Şirin OKYAYUZ YENER, April Yayıncılık, Haziran 2008, 32. Baskı, sf. 5)

----

"Caine elindeki iki kahveyi ve çöreklerin içinde durduğu torbayı düşürmeden ilerlemeye çalışırken, birden sanki bir şeyler olacakmış gibi hissetti. Bu duyguya kulak asmayarak kulaklığından duyduğ müziğe odaklanmaya çalıştı. Stresli olduğu anlarda walkmanini kulağına takar ve kendi dünyasına dalmaya çalışırdı. Radyodaki farklı kanallara d bakardı, ama her seferinde klasik rock kanalına gelip takılırdı sonunda. Pink Floyd çalıyordu kanalını bulduğunda, sonra raya saçma sapan bir reklam girdi.

Sonra kokuyu duymaya başladı.

Hayır!

Birden olduğu yerde aniden durunca arkasından gelen, cep telefonuyla konuşan, uzun boylu adam Cain'e çarptı. Caine öne doğru sendeledi ve elindeki kahveyi düşürdü. Devanası kılıklı zenci bir kadına çarpınca, onun mavi bir elbise giydiğinin ve elinde iki alışveriş torbası olduğunun farkına vardı. Kadın sola doğru kaçmaya çlaşıt, ama dengesini kaybedince torbaları yere düştü. Elma ve portakallar kaldırımda yuvarlanmaya başladı.

Dökülen meyveler daha da fazla zarara yol açtı. Beyaz, dar, kısa bir üst giymiş olan kel bir adam elindeki Frapuçinoyu istemeden parlak, sarı bir bluz giyen yaşlıca kadının üstüne döktü. Mor etekli esmer bir kadın da düşüp iki tırnağını kırdı. İri yarı bir inşaat işçisi, şık giyimli bir işadamının ayağına alet kutusunu düşürünce adamın Gucci marka ayakkabılarını berbat etmekle kalmayıp, bir de ayak başparmağını kırdı.

Bir anda Caine bütün bu insanalrın gününü değiştirmişti. Kel adam gidip bir frapuçino daha alacaktı. Yaşlı kadın eve gidip üstünü değiştirmek zorunda kalacaktı. Esmer kadının yine manikür yaptırması gerekecekti. İnşaat işçisi, işadamının kendisine açacağı tazminat davasından kurtulmak için bir avukat tutmak zorunda kalacaktı; iş adamı ise o günkü toplantıların hepsini kaçıracaktı, çünkü bir hastanenin acil servisinde birinin gelip de parmağına bakmasını bekleyecekti.

Bu değişiklikler başka değişiklikler de getirecekti. Caine bunları gözünde canlandırdı; sanki bir göle bir taş atmıştı ve genişleyen daireleri izliyordu. Tam olarak ne olduğunu bilmiyorsa da bir şeylrin yanlış olduğunun farkındaydı. Sonra birden farkına vardı: Aslında bunların hiçbirinin olmaması gerekiyordu.

Kel adamın aslında spor yapmaya gidip, ilk başta arkadaşı sonra da sevgilisi olacak biriyle tanışması gerekiyordu. İnşaat işçisinin ikinci bir oğlu olmalıydı; ama tazminat davası açılınca strese girecek ve evliliği de bitecekti. İş adamının iki ay içinde ölmesi gerekiyordu, ama hastaneye gittiğinde doktor kalp ritmindeki bir bozukluğu tespit edecekti. Kalbinden rahatsızlanmasını önlemek için hemen bir ameliyata alacaklardı ve o da ölümcül bir kalp krizi geçirmeyecekti. Yaşlı kadının, metroya giderken, düşüp kalçasını kırması gerekiyordu, ama şimdi hiçbir şey olmayacaktı. Esmer kadın da terfi etmesine yarayacak bir iş yemeğine katılamayacaktı.

Caine bir anda tüm bunları gördü, sonra da birden zihninden silindiler. Sanki kalbi yerinden fırlayacakmış gibi oldu. Yüzünden oluk oluk ter akmaya başladı. Gözlerinin kapalı olduğunu fark edince açmaya zorladı. Yumruklarını sıkmamaya çalıştı. Derin derin nefes al, derin derin, sonra da ne olduğunu anlamaya çalış. Bu önsezi miydi? Daha önceden olacakları mı görmüştü?"

(Olasılıksız, Adam FAWER, çev. Şirin OKYAYUZ YENER, April Yayıncılık, Haziran 2008, 32. Baskı, sf. 191-192)

5 Ekim 2009 Pazartesi

BİRKAÇ MUTLULUK ANI


Çoğumuz, mutluluğun resmi olmaz sanırız, belki de doğrudur.


Ama çoğumuz yine bilmeyiz ki, mutluluk aslında
baktığımızda yakaladığımız anda saklıdır.



2 Ekim 2009 Cuma

YAVRU TAVŞAN İLE DEVEKUŞU


Yaşar kardeş'ten....

Yavru tavşan yuvasından ilk kez ayrılır ve ormanda dolaşmaya başlar.
Karşılaştıgı ilk hayvana kendini tanıtır:


'Merhaba kardeş ben TAVŞAN, sen kimsin?'
Karşısındaki hayvan:
'Ben de KATIR der'
Tavşanın kafası karışır:
'Nasıl yani?' der.
Katır:
'Benim annem Eşşek, babam da At; onlar birlikte olmuşlar sonra ben
doğmuşum' der.

Tavşan yoluna devam eder. Karşılaştıgı başka bir hayvana kendini tanıtır:
'Merhaba kardeş, ben TAVŞAN, sen kimsin?'
Hayvan:
'Ben kurt köpeğiyim' der.
Tavşan yine şaşırır:
'Nasıl yani?' der.
Kurt köpeği:
'Benim annem köpek, babam da kurt; onlar birlikte olmuşlar sonra ben
doğmuşum' der.

Tavşan yoluna devam ederken yavaş yavaş aklından bu bilgileri geçirir
ve işlerin nasıl olduğunu anlamaya başlar. Karşılaştıgı başka bir
hayvana kendini tanıtır.

'Merhaba kardeş ben TAVŞAN, sen kimsin?'
Hayvan:
'Ben DEVEKUŞU' der.
Tavşan afallar:
'Hade lennn!'

1 Ekim 2009 Perşembe

KALP KIRIKLIĞININ İLACI HENÜZ BULUNAMADI - Yelda S.


Haberiniz olsun ki; kalp kırıklığının ilacı henüz bulunamadı…

ABD’deki California Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, diğerlerine göre çok daha duygusal ve duyarlı insanların, ayrılık gibi hayal kırıklığı yaratan olaylar karşısında kırılan kalpleriyle uğraşmakta zorluk çektiği tespit edildi.

Kırılan kalbin ağrısının hissedildiğini söyleyen California Üniversitesi’nden Profesör Naomi Eisenberger:

“İnsan vücudu, fiziksel acı ve sosyal acı duyarlılığının birbirine bağlı olduğu bir gene sahip. Sadece yaralandığımızda duyduğumuz acının değil, sosyal hayatta yaşanan pek çok olumsuzluğun da vücutta yarattığı tahribatlar söz konusu bu durumda. Bu nedenle kalp kırıklığı da sadece ‘edebi anlamda’ değil, fiziksel olarak da bir ağrıya işaret ediyor” şeklinde konuşuyor.

Hayal kırıklığı yaratan olaylar ayrılıkla sınırlı değil. Üzerinde düşünülmeden yapılan, bir çok hal ve davranışın hayal kırıklığı yaratması mümkün. İyi olmaya özen göstermenin bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Kaliteli yaşamak konusunda herkes hem fikir görünse de kaliteli ilişkiler kurma konusunda özensiz olunabiliyor. Bu durumda, hayat anlamını kaybedebiliyor. Acı da kaçınılmaz oluyor.

Herkesin duyarlılığa ihtiyacı olabileceğini hatırlayarak, kendine yapılmasını istemediğin bir davranışı başkasına yapmamak erdeminizle:
KALPLERİ KORUYUN!



28 Eylül 2009 Pazartesi

İyi Talih, Kötü Talih, Kim Bilebilir ki? - Lao Tzu


Köyün birinde yaşlı bir adam ve oğlu yaşarmış. Adam çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış...

Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş, ama dam satmaya yanaşmamış.

"Bu at, bir at değil benim için bir dost, insan dostunu satar mı?" demiş.

Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Komşuları, ihtiyarın başına toplanmış, "Ne kötü talih! Keşke atı krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. şimdi ne paran var, ne de atın" demiş.

İhtiyar ise, "İyi talih, kötü talih kim bilebilir ki?" diye cevap vermiş.

Bunun üzerine komşuları ihtiyara gülmüş ve onunla alay etmişler. Aradan zaman geçmiş, at bir gece ansızın dönmüş. Dönerken de, vadideki on iki vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören komşular toplanıp bu kez ihtiyardan özür dilemişler.

"Ne iyi talih! Sen haklı çıktın. Atının kaybolması senin için bir talihsizlik değil, devlet kuşu oldu, şimdi bir at sürün var" demişler.

Yaşlı adam olanca bilgeliği ile yine cevap vermiş: "İyi talih, kötü talih kim bilebilir ki?"

Komşular bu kez açıkça dalga geçmemişler ama içlerinden de kızıp adam hakkında ileri geri konuşmuşlar. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.

Komşular yine gelmişler ihtiyara. "Ne kötü talih! Bir kez daha haklı çıktın. Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler.

İhtiyar yine aynı şeyi söylemiş: "İyi talih, kötü talih kim bilebilir ki?"

Birkaç hafta sonra, düşmanlar çok büyük bir orduyla ülkeye saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen askerler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış; çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.

Komşuları yine yaşlı adama gelip, "Ne iyi talih! Yine haklı olduğun kanıtlandı. Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye denemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması talihsizlik değil, şansmış meğer!" demişler.

Yaşlı ve bilge ihtiyar komşularına yine aynı sözü söylemiş: "İyi talih, kötü talih kim bilebilir ki?"

Çinli düşünür Lao Tzu kendisine ait bu öyküyü şu öğütle tamamlar:

"Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması gibidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısıyla gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar; çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."

(Alıntı: Sınav Kazandıran Aile, sf. 157-158, Murat TUNALI, Yakamoz Yayınları)

SÖYLE SÖZÜNÜ

Ad

E-posta *

Mesaj *

kimler gelmiş:)

Twitter

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı