KEBİKEÇ

27 Aralık 2019 Cuma

GÜNLERİN KÖPÜĞÜNDE YÜREK SÖKMEK





           
Yazan: Özlem PEKCAN
                        ozlem.pkcan@gmail.com


           Colin ve Chick iki yakın arkadaştır. Colin, son derece zengin ve elit bir yaşantı sürerken, Chick’in en büyük tutkusu Jean-Sol Partre (esasta Jean-Paul Sartre) ve onun eserlerini toplamaktır. Colin’in evinde Aşçı Nicolas’nın birbirinden lezzetli yemekleriyle süslü sofralarda buluşan iki arkadaş günlerini hoş bir başıboşluk içinde geçirmektedirler:

“-Bu yılanbalığı ezmesi gayet güzel olmuş, dedi Chick. Bunu yapma fikrini kim verdi sana?
            - Nicolas’nın aklına geldi, dedi Colin. Soğuk su borusundan her gün lavabosuna çıkan bir yılanbalığı var – daha doğrusu vardı.
            - Çok ilginç! dedi Chick. Niyeymiş peki?
            - Başını çıkararak diş macunu tüpünü dişleyerek boşaltıyordu. Nicolas sadece ananaslı Amerikan macununu kullanıyordu, ona geliyordu herhalde.
            - Nasıl yakaladı onu?
            - Tüpün yerine bütün bir ananas koydu….”*
                                                           
***
“Colin dengesini yeniden bulmak için diğer yöne bakmaya başladı. Gözlerini Chick’e indirerek yılanbalığı ezmesinin kazasız belasız sindirilip sindirilmediğini sordu.
            - Hiç sorma, dedi Chick. Ben de bir tane bulabilir miyim diye bütün gece lavabomda balık avladım. Ama bize sadece alabalıklar geliyor.”*

            Yukarıdaki satırlardan kolaylıkla anlaşılacağı gibi Vian’ın okuyucuya sunduğu dünya fantastik, büyülü ve masalımsı bir dünyadır. Zenginlik, onun verdiği cömertlik ve iyimserlik çabucak yakalar okuru. Colin’in etrafında konumlanan hayat, çevre ve insanlar olağanüstü özelliklere sahiptir. Daha ilk satırlarda jaz ve blues melodileri dolaşmaya başlar kelimeler arasında, zira Vian caz ve Duke Ellington hayranıdır. Sanki herkes ve her şey hikâyenin zengin çocuğuna zevk vermek üzere görevlendirilmiştir. Örneğin; Nicolas, yaşça biraz daha büyük, yarı filozof, tatlar konusunda usta bir aşçıdır. Tüm yaşam onun sunduğu lezzetle anlam kazanmakta gibidir. Colin’in evi ise sahibiyle birlikte soluk almakta, ışıklı, organik, ayrıca da ilerleyen sayfalarda anlaşılacağı üzere aşçı kadar da empatiktir.

            Bu üç adamın hayatı, tanıştıkları kadınlarla değişmeye başlar. Önce Chick Alise’le tanışır, daha sonra da Colin Chloé ile.
           
İlk ikisi arasında filizlenen aşkta, en âşık ve fedakârlık gösteren Alise’dir. Zira gözü tutkularından başka şey görmeyen erkeğin egosantrik dünyasında bu kadın hoş, tapılası bir dekor gibidir.
           
İkinci çift ise daha birbirlerini görür görmez âşık olurlar. Hem tensel hem de ruhsal açıdan eşlerini bulmuş gibidirler. Pembe bulut etraflarını sarar, tüm dünya acı çekerken, yine de onların aşkını kutsuyor gibidir. Bu mutlu başlangıç, evlilikle devam eder. Ama tabii ki hiçbir mutluluk bâki değildir, olsa zaten böyle bir şaheser veya başyapıt ortaya çıkmaz.
           
Chloé balayından üşütmüş döner ve kısa süre sonra ciddi bir şekilde rahatsızlanır. Aşkın bu dünyevi sınavı sürerken, çift kadere karşı çoktan kaybetmiştir bile. Çünkü kadın ölümcül bir hastalığa tutulmuştur.           

            “- Nilüferi mi var? Diye sordu Nicolas inanmaz bir havayla.
            - Sağ ciğerinde, dedi Colin. Profesör başta sadece bir hayvan diye düşünmüştü. Ama buymuş. Ekranda onu gördük. Şimdiden çok büyük…”*
                                        
           İşte bundan sonra çöküş başlar. Chloé’nin iyileşmesi ciğerindeki nilüferin ölmesine bağlıdır. Bunun için dağ havası alması ve etrafında daima çiçekler bulundurulması gerekmektedir. Ama çiçekler çok pahalıdır. Colin’in ömür boyu yeteceğini sandığı serveti giderek erimeye başlar. Kısa süreli bir iyileşme olsa da, kader bir kez daha sözünü söyler; genç kadının sağlam kalan diğer ciğerinde de bir nilüfer ortaya çıkar. Yaklaşan sonu bilse de Colin umutsuz bir mücadeleye girişir, zira elinden başka türlüsü gelmemektedir. Servetini tükettiği için çalışmak zorunda kalır, karısı onu hasta yatağında beklerken, o acımasız bir dünya ile tek başına yüzleşmektedir. Pembe bulut kaybolmuş, aşçı yaşlanmış, ev küçülmüştür. Evin vazgeçilmez sakini “siyah bıyıklı gri fare” ufalan, kararan camları temizlemekten ve hasta odasına ışık taşımaya çalışmaktan bi’tap düşmüştür.

            Alise ve Chick cephesinde de işler yolunda değildir. Genç adamın Jean-Sol tutkusu gözünü o kadar kör etmiştir ki, zenginlik günlerinde Colin’in kendisiyle paylaştığı servetten hiçbir kuruş kalmamıştır, vergi memurları yakasına yapışmak üzeredir. Acı çeken ve mücadeleden yılmayan iki âşık arkadaş son kez buluşurlar.

            “- Sanmam, dedi Alise. Eski Chick değil artık.
            - Hayır, dedi Colin. İnsanlar değişmez. Sadece eşyalar değişir.”*
                                                                       
            Bu ne kadar felsefi veya duygusal bir tespittir bilinmez. Ama bundan sonra her şey baş döndürücü bir hız kazanır. Chick, evinde baskına uğrayarak katledilir. Onun katledilişi, aslında dışarıda hüküm süren acımasızlığın ve vahşetin kahramanlara nüfuz etmiş halidir. Alise ise Jean-Sol’ün peşine düşer. Sevdiği adamın çöküşünden sorumlu tuttuğu ünlü filozof ve yazarı yüreğini sökerek öldürür. Arkasından onun eserlerini satan kitapçıların peşine düşer. En sonunda kendisi de yangın çıkarttığı bir kitapçıda kül olur.

            “Çantasını açtı ve içinden birkaç gün önce masasının gözünden aldığı Chick’in yürek sökücüsünü çıkardı.
            - Yakanızı sökebilir misiniz? Diye sordu.
            - Dinleyin, dedi Jean-Sol gözlüklerini çıkararak, bu masalı çok saçma buluyorum.
            Yakasının düğmesini açtı. Alise gücünü topladı ve kararlı bir hareketle yürek sökücüsünü Partre’ın göğsüne sapladı. Partre ona baktı, çok hızlı ölüyordu, kalbinin dört yüzlü piramide benzediğini görünce son bir şaşkın bakış attı.”*

            Dünya Alise ve Chick’in aşkının külleri üstünde dans ederken, kader de Chloé ve Colin’in aşkını mezara göndermektedir. Genç kadın büyük acılar içinde ölür, ev yıkılır. Düğünleri ne kadar zenginlik ve ihtişam içinde gerçekleştiyse, cenaze de o kadar sefillik ve dehşet içinde gerçekleşir.

            Bu acı ve dehşet yüklü öyküde Nicolas ile sevgilisi Isis maddi ve manevi dünyanın zevk ve acı arasında gidip gelen olaylarının empatik tanıkları gibidirler. Yine de bu girdaba kapılmaz ve kendilerini kurtarırlar.  Colin ise hayatta kalsa da artık canlı bir cenaze gibidir ve kitabın son satırları onun intiharını haber verir, epey farklı bir üslupta.

            “Fare kedinin ağzını açtı, başını sivri dişleri arasına soktu. Sonra hemen çekti.
- Baksana, köpekbalığı mı yedin sen bu sabah?
- Dinle, dedi kedi, istemiyorsan, çekip gidebilirsin. Bu şey zaten canımı sıktı. Kendi başına halledersin.
Sinirlenmiş görünüyordu.
Küçük siyah gözlerini kapadı ve başını yerleştirdi. Kedi sivri dişlerini dikkatlice ince, yumuşak gri boynunun üstüne indirdi. Tüylü kuyruğunu açtı ve kaldırımın üstüne uzattı.”*
                                                                                              
Boris Vian, ikinci dünya savaşı yılları ve sonrasında yaşamış, önemli bir müzik, edebiyat ve sanat adamıdır.  Sık sık eleştirdiği hatta alaya aldığı Jean-Paul Sartre ve Simon de Beauvoir’ın çağdaşı bu düşün insanının eserlerinin hayattayken hak ettiği değeri gördüklerini söylemek pek mümkün değildir, aksine çok ağır eleştirilere ve hatta soruşturmalara maruz kaldığı bilinen gerçeklerdir. Çocukluğundan beri ileri derecede kalp hastası olan yazar,  Mezarlarınıza Tüküreceğim adlı kitabından uyarlanan filmin prömiyerinde geçirdiği kalp krizi sonucu 39 yaşında hayata veda etmiştir.

Yukarıda kısa alıntıları bulunan “Günlerin Köpüğü” de yayınlandığı sıralarda pek fazla dikkat çekmemiş, ancak yazarın ölümünden sonra ulaştığı satış rakamlarıyla başyapıt değeri kazanmıştır.

İnanılmaz üretken, yaşama bağlı ve sıra dışı bu adamın diğer yapıtları arasında, “Pekin’de Sonbahar”, “Kızıl Ot”, “Mezarlarınıza Tüküreceğim” ve “Yürek Söken” de bulunur.

Bir okuma seçkisi yapılacak olsa, önce “Günlerin Köpüğü” ile başlanmasını, “Yürek Söken”le devam edilmesini ve “Mezarlarınıza Tüküreceğim”le bitirilmesini öneririm.

“Günlerin Köpüğü”, masalsı ve hoş bir üslubun, ürkütücü ve dehşet verici evrilişini mükemmelen gösteren eşsiz bir deneme iken; “Yürek Söken” rahatsız edici ve düşündürücü, “Mezarlarınıza Tüküreceğim” ise kelimenin tam anlamıyla şoke edici. Böyle bir sıralama, kesinlikle eşsiz bir serüven olacaktır okuru için.




  




* Alıntılar: Boris Vian, Günlerin Köpüğü, çev. Elif Ertan, E Yayınları, 2004 


Hiç yorum yok:

SÖYLE SÖZÜNÜ

Ad

E-posta *

Mesaj *

kimler gelmiş:)

Twitter

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı