KEBİKEÇ

3 Aralık 2019 Salı

KÜÇÜK PRENS - ANTOINE DE SAINT-EXUPÉRY






“Söz konusu yıldızlarda ya da çölde bir evse, onu güzelleştiren şey görünmezdir!”

Çünkü gerçek esas göze görünmez. Gerçek Esas, bir yerlerde bulunan, erişilemese de varlığıyla bizi mutlu edendir. Tıpkı yıldızlardaki bir ev ya da çöldeki bir su kuyusu gibi ve bunu, en iyi çocuklar bilir.

Küçük Prens, bu bilişe adanmış, ümit ve merhametle yoğurulmuş büyülü bir anlatıdır. İşte tam da bu yüzden, geleceğin yetişkinleri çocukların yanı sıra, bir zamanlar çocuk olmuş yetişkinler de dahil, herkes okumalıdır bu harika kitabı. Zira eşsiz bir hayal gücünün izinde kendi gerçeğini keşfetmek, herkesin hakkıdır.

                                                                                            Küçük Prens (Arka Kapak)



Çevirmen:
Yayın Tarihi
2019-12-02
ISBN
6052495988
Baskı Sayısı
1. Baskı
Dil
TÜRKÇE
Sayfa Sayısı
120
Cilt Tipi
Karton Kapak
Kağıt Cinsi
Kitap Kağıdı
Boyut
13.5 x 21 cm




ANTOINE DE SAINT-EXUPÉRY HAKKINDA

                                                                                                                        Yazan: Özlem PEKCAN

Tam ismi Antoine Jean-Baptiste Roger de Saint-Exupéry olan Yazar, 1900 yılında Fransa’nın Lyon kentinde dünyaya gelir. Çocukluğundan itibaren en büyük tutkusu uçmaktır. On iki yaşındayken gizlice girdiği havaalanında, onu uçağına alan bir pilot sayesinde, ilk uçuşunu gerçekleştirir. 

1921’de askere çağrıldığında, pek de gönüllü sürdürmediği mimarlık eğitimini yarıda bırakarak orduya katılır, yer hizmetlerinde görevlendirilir. Aynı dönemde, Strazburg’da pilotluk eğitimi de görür, sivil ve askeri uçuş bröveleri alır. 

1923’te kalkış esnasında pilotaj hatası yüzünden uçağıyla zemine çakılır. Bu geçirdiği ilk kazadır. Bir müddet, ailesinin baskısıyla ayakları yere basan bir işte çalışır. Ancak mutsuzdur.

1926’da, Toulouse-Casablanca ardından Dakar hattında posta taşımacılığı ile yeniden göklere döner. 

1928, ilk öyküsünün ve ilk kitabının çıktığı yıldır.  

1929’da, Arjantin Hava Postası’nda çalışmaya başlar. Bu dönemde bir konferans düzenlemek için gittiği Buenos Aires’te, Consuelo Suncín de Gómez Carrillo ile tanışır ve 1931’de evlenirler.

1934’te, Air France’ta çalışmaya başlar. Burada tanıtım filmlerinin çekiminde danışmanlık yapar, basın ve halkla ilişkilerle ilgilenir, havayolu dergisinde kısa yazılar yazar.

1935’te, Paris-Saygon arasındaki uçuş rekorunu kırma denemesinde bulunur ancak başarılı olamaz ve çöle düşer. Yardımcı pilotuyla birlikte Libya çöllerinde üç gün geçirirler, susuzluktan ölmek üzerelerken Bedeviler tarafından kurtarılırlar.

1938’de, New York’tan Punta Arenas’a uçmak üzere yola çıkar fakat Guatemala’da bir kez daha uçağıyla piste çakılır, vücudunun çeşitli yerlerinde kırıklar oluşur, elini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

İkinci Dünya Savaşı başladığında geçirdiği kazalar ve yaşam tarzı nedeniyle sağlığı elvermemesine karşın Hava Kuvvetleri’ne katılmayı başarır. Keşif pilotluğu yapar.

1940’da, Alman Ordusu Fransa’yı işgal ettiğinde Saint-Exupéry, Fransa’yı terk ederek Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşir. 1942’de, ABD ordusuna katılır.

31 Temmuz 1944’te, Kuzey Afrika’da bulunduğu sırada keşif göreviyle son kez havalanır. Bir daha geri dönmez. Ölüsüne asla ulaşılamasa da 2000’li yılların başında uçağının enkazı bulunur.

İki Dünya Savaşı görmüş, hızlı, maceralı ve inişli çıkışlı bir ömür sürmüş Saint-Exupéry, başyapıtı kabul edilen Küçük Prens’i, Amerika Birleşik Devletleri’nde kaleme almıştır. Yazarın kendisinin resimlediği kitap, ölümünden bir yıl kadar evvel İngilizce ve Fransızca dillerinde, yine önce bu ülke topraklarında basılmıştır. Benzersiz bir hayal gücüyle, sevgi, ümit ve merhametle yoğrulmuş bu kısacık anlatı, halihazırda tüm zamanların en fazla okunan ve diğer dillere çevrilen kitapları arasındadır.

            Başlıca Eserleri:
-          L’Aviateur/ Havacı, (1926).
-          Courrier Sud/ Güney Postası, (1929).
-          Vol de Nuit/ Gece Uçuşu, (1931).
-          Terre des Hommes/ İnsanların Dünyası, (1939).
-          Pilote de Guerre/ Savaş Pilotu, (1942).
-          Le Petit Prince/ Küçük Prens, (1943).
-          Lettre à un Otage/ Bir Rehineye Mektup, (1944).
            Ölümünden sonra yayınlanan eserleri:
-          Citadelle/ Kale, (1948).
-          Lettres de Jeunesse/ Gençlik Mektupları, (1953).
-          Carnets/ Notlar, (1953).
-          Écrits de Guerre 1934-1944/ Savaş Yazıları, (1982).
-          Dessins/ Çizimler, (2000).
-          Manon, Danseuse/ Dansçı, (2007).
-          Lettres à l’Inconnue/ Meçhuleye Mektuplar, (2008).


Yukarıdaki kısa metin, Dorlion Yayınevi tarafından Özlem Pekcan çevirisiyle basılan "Küçük Prens" adlı eserin son kısmında yayınlanmıştır. 


11 Kasım 2019 Pazartesi

BURUN









Özlem Pekcan’ın kitaplığından….

Ak saçlı memur, kocakarılardan, kapıcılardan topladığı paraları hesaplayıp makbuzları önlerine fırlatıyordu. Sonunda sıra buram buram terleyen Kovalev’e geldi.
- Buyurun efendim.

Binbaşı Kovalev boğazını temizledi.
- Efendim, buna ister sahtekârlık, ister madrabazlık deyin; diye başladı. Ben bu densizliğe uygun bir ad bulamadım. Yalnız şu kadarını söyleyeceğim: o namussuzu bulana iyi mükâfat vereceğim. Bu yolda ilan vermenizi rica ediyorum.
- Adınızı bağışlar mısınız beyefendi?

Kovalev bir an durdu, sonra telaşla,
- Adıma ne lüzum var?.. Yo, adımı söyleyemem size; diye kesti. Bir sürü kibar ahbaplarım var: 6. derece memurun dul karısı Çehtareva, yüksek bir subay ailesinden Pelageya Grigosyevna… Duyarlarsa… Tanrı korusun!.. Sadece 9. derece memur veya –ki bu daha iyi- binbaşı rütbesinde olduğumu yazarsınız.
- Kaçan köleniz mi?
- Ne kölesi!.. Öyle olsa gam yemez, bu kadar telaşa duşmezdim. Kaçan… şey… burnum.- Garip bir isim. Peki, epey eşyanızı çaldı mı bu bay Burunov?
- Burun diyeceksiniz. Galiba yanlış anlıyorsunuz siz: kaybolan doğrudan doğruya benim burnum, yüzümdeki burun… Ne cehenneme gittiyse gitti… Şeytanın bana oynadığı bir oyun olmalı bu!..
- O da nesi? Bir burun yerini nasıl değiştirir; pek anlayamadım bayım.
- Nasıl yaptığını ben de bilmiyorum. Ama herif şu sırada şehirde gezip tozuyor, kendisine 6. derece memur süsü veriyor… Bunun için bulan onu en kısa zamanda bana getirsin.
….

İçeri bir polis memuru girdi. Ne fazla koyu ne çok açık favorileri ve oldukça tombul yanaklarıyla yakışıklı bir erkek sayılabilirdi. Hikâyemizin başında, İsakiyevski köprüsünde İvan Yakovleviç’le konuşan polisti bu. Lafı uzatmaya lüzum görmeden,
- Burnunuz kayıpmış beyefendi! dedi.

Kovalev bu damdan düşercesine sözleri biraz yadırgadı.
- Şey… Evet… Dediğiniz doğru.
- Burnunuz bulundu.- Sahi mi söylüyorsunuz? diye bağırdı Kovalev. Bir an sevincinden dili tutulur gibi oldu. Mumun titrek ışığında polis memurunun şişkin dudaklarıyla yanaklarına bakıyordu.

- Nasıl… nerede buldunuz?
- Tuhaf bir mesele bu; yolda yakaladılar. Posta arabasına binmiş, Riga’ya kaçacaktı. Pasaportu filan her şeyi hazırdı. Bir memur adına çıkarmış. İşin tuhafı, ben de onun ilkin kerli ferli bir şey sandım. Bereket versin yanımdan ayırmadığım gözlükle bakınca insan değil sadece bir burun olduğunu fark ettim.

….

Gogol’un en bilinen eserlerinden biri, “Bir Delinin Hatıra Defteri”dir. Oyunlaştırılarak günümüzde bile sahnelenen ve zevkle izlenen bu kısa öyküsünün yanı sıra, yazarın en az bunun kadar okumaya değer iki öyküsü daha var ki, biri yukarıda bazı bölümlerini okuduğunuz “Burun”, diğeri de “Palto”.

Sözünü ettiğim bu üç öykü; “Bir Delinin Hatıra Defteri” başlığı ve Nihal Yalaza Taluy’un çevirisi ile Varlık yayınları tarafından basılmış ve 1987 tarihli 6. baskısı da benim kitaplığıma gelmiş.

İmkânsız belki de saçma denebilecek bir olaya (burunun tekinin yerinden ayrılıp, kendi başına şehrin çeşitli yerlerinde görülmesi gibi) ciddiyetle yaklaşarak, hiciv ve mizahın incelikli kullanımıyla insan, toplum ve sistem hallerinin sergilendiği bu öyküleri okursanız, o zamanla bu zaman arasında fazla fark olmadığını rahatlıkla göreceksiniz.

10 Kasım 2019 Pazar

ATATÜRK BÜYÜK DEVRİMCİYDİ


Atatürk’ün ölüm yıl dönümünde,tarihten bir yaprak düştü önümüze. 

Hayat Tarih Mecmuası, Kasım 1970 sayısında bir röportaj yer alıyor, başlığı:


“Falih Rıfkı Anlatıyor: Atatürk Büyük Devrimciydi”


Ropörtajı yapan kişi Öz DOKUMAN, fotoğraflar ise Sedat Dizici’ye ait.


Derginin 36 ve 40 ncı sayfalarında yer alan söyleşi, şöyle başlıyor: 

Atatürk’ün en yakın devrim arkadaşlarından olan Falih Rıfkı Atay, Türk basınının en eski ve en güçlü yazarlarından biridir. Kalemiyle, fikriyle Milli mücadeleye yardım etmiş, gazetesinde Yeni Türkiye’nin kuruluşu için savaşmıştır. 

Sonra devam ediyor:

Atatürk’ün sofrasında bulunanlardan kaç kişi kaldı ki? O ve Yakup Kadri; bir zamanlar biri Akşam’da diğeri İkdam’da düşman işgali altındaki İstanbul’a, Anadolu’dan haberler vermiyorlar mı? İstanbul halkına Anadolu’dan ümitli seslenişler getirmiyorlar mı?


Falih Rıfkı’nın hemen bütün eserlerini okumuştum ama kendisiyle oturup karşılıklı konuşmak, ondan Atatürk’ü dinlemek fırsatını bulamamıştım.


İşte karşımda şimdi.


ATATÜRK’LE İLK KARŞILAŞMA


Ve Öz DOKUMAN ilk sorusunu soruyor: 

-Atatürk’ün en yakın devrim arkadaşlarındansınız, diyorum. Onunla nasıl tanıştınız? Anlatır mısınız bunu?


Falih Rıfkı anlatmaya başlıyor: 

-Atatürk’ü ilk defa Balkan Harbi’nden hemen sonra Dimetoka’da tanıdım. Küçük rütbeli bir subay olmakla beraber, fikren kumandanlarının üstündeydi. Bun şaşmıştım. Anafartalar zaferinden sonra daha yakından ilgilendim. Fakat İzmir’e girişine kadar kendisiyle yakın temasım olmadı. Kuvây-ı Milliye devrinde Akşam’da günün fıkrası adı altındaki sütunumda onun için savaşıyordum. Bu yüzden Kürt Mustafa’nın hapsine girdim.


Sonradan öğrendiğime göre, Mustafa Kemal Paşa benim yazılarımı takip edermiş. İzmir’e girişinin üçüncü yahut dördüncü günü ben de vapurla İzmir’e gitmiştim. Beni pek samimi olarak karşıladı ve “bundan sonra sizinle beraber çalışacağız” dedi.


DOKUMAN: -İlk karşılaştığınız zamanki hâlini hatırlar mısınız? Yani üzerinizdeki intibaını?


FALİH RIFKI: -Sarışın, temiz giyimli, keskin bakışlıydı. Bütün dikkatleri üstüne çeken bir kumandandı. Onun ilk görüşmemizde hatırımda kalan en kuvvetli sözü “Düşmanın birini denize döktük, ikincisi ile geride savaşmak devrine başlıyoruz” demesi olmuştu.


ÇOK GERİDE KALMIŞ BİR HATIRA


Ropörtajda genel olarak Atatürk'ün verdiği mücadele ve devrimci tarafını anlatsa da,  söyleşinin  sonuna doğru Türk Ordusu'nun İzmir'e girişinden sonra Atatürk'le yaptığı ilk ropörtaj ve belki de ilk anısından da söz ediyor Falih Rıfkı.  

Falih Rıfkı’nın Atatürk ile İzmir’de bir röportajı vardır, diye yazarak giriş yapıyor DOKUMAN ve bunu anlattırmak istiyor: 


- Çok geride kaldı o günler, dedim. Ama büyük bir gazetecilik olayı. Sizden, sizin ağzınızdan bir daha dinlemek, mümkün mü bunu?

FALİH RIFKI: -Atatürk İzmir’de Lâtife Hanım’ın evinde kalıyordu. Tarihi tam hatırlayamayacağım ama, İzmir’e Yakup Kadri ile birlikte gitmiştik. Kramer Oteli’ne elbiselerimizi bıraktık. Yalnız şunu söyleyeyim: İzmir yanıyordu, alevle içindeydi. 


Tam o sırada Fransızlar’ın İstanbul fevkalade komiseri General Pellé, geldi. Atatürk onu merdivende karşıladı, biz de yanındaydık. General Pellé ile görüştü.  Atatürk’ü karşısında görünce General Pellé’nin ayaklarına hafif bir titreme geldi. 


Sonra içeride baş başa konuştular.  General Pellé çekip gitti. Derken biz Atatürk ile konuştuk, o da şunları anlattı:


General Pellé, Türk ordularının İstanbul’a yürümemesi için ricaya gelmiş. O da “Zafer ordularını nasıl durdurabilirim. Ama hemen mütareke yaparsak bu mümkün olur” demiş.





















Atatürk bunları anlattıktan sonra bize döndü:
-Hangi zafer orduları birader, dedi. İzmir’e geldik diye dağılan dağılana. Nerede olduklarını bile bilmiyorum. Şimdi General Pellé acele mütareke hazırlıklarını tamamlamak için gidiyor, diyor gülüyordu. 


Ropörtajın sona erdiğini şöyle tasvir ediyor DOKUMAN: 

Bakıyorum, Falih Rıfkı azıcık yorulmuş: eski hatıraları bir daha yaşadığı için olacak bu. Mırıldanır gibi teşekkür ederek usulca yanından ayrılıyorum, o ise gözlerini Atatürk’ün Kocatepe’ye çıkarken çekilmiş resmine dikmiş, bakıyor.

Ropörtajın tamamını o günkü dergi sayfalarından okumak isterseniz:





 

 

 

 


https://photos.app.goo.gl/7sUOjoqfE2C8jci52

9 Kasım 2019 Cumartesi

ATATÜRK'ÜN EMANETİ


"Türk Milleti Çalışkandır!" diye inançla haykırıyordu cumhuriyetin onuncu yılında.

Kurtuluş Savaşı ve Milli Mücadeleyi en ince detaylarına kadar günlerce anlatırken, Milletine duyduğu sevgi ve saygıyı her cümlesinde vurgulamıştı.

Nutuk; hem bir hesaplaşma, hem de bir mirastır. Büyük mücadeleyi omuz omuza verdiği Milletine duyduğu sorumluluğun bir tezahürü olarak, o zamana kadar yapılmış ve yaşanmışların açıklandığı ve hesabının verildiği belgedir. Aynı zamanda da gelecek nesillere, bu vatan için ne büyük bir savaş verildiğini, ne büyük özverilerde bulunulduğunu gösteren tarihsel bir metindir. Bir anlamda, Nutuk, Atatürk'ün Türk Gençliği'ne miras kaydıdır.

Nitekim;  o büyük konuşmasını tamamlarken, kanlı bir savaşın yıkım ve kayıplarıyla elde edilen zaferi ve kurulan cumhuriyeti gençlere emanet ediyordu.

Atatürk'ün aramızdan ayrılış yıldönümü yaklaşırken tüm zamanların gençlerinin hafızasını tazelemek bakımından Atatürk'ün Gençliğe Hitabesini aşağıda bir kez daha sunuyoruz. Ve her gün O'nu saygı ve sevgiyle anıyoruz .


"Saygıdeğer Efendiler,
Sizi günlerce meşgul eden uzun ve ayrıntılı konuşmam, ne de olsa, geçmişte kalmış bir dönemin hikâyesidir. Bunda milletim için ve gelecekteki çocuklarımız için dikkati ve uyanıklığı sağlayabilecek bazı noktaları gösterebilmişsem, kendimi mutlu sayacağım.

Efendiler,
bu konuşmamla, milli hayatı bitmiş sayılan büyük bir milletin, bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve fennin en son esaslarına dayanan, milli ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.

Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen milli belâların ortaya çıkardığı uyanıştır ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların bedelidir.

Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum.

Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebed muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcûdiyetinin ve istikbâlinin yegâne temeli budur. Bu temel, sen en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitin düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyet'ine kasd edecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zabt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta ihanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harab ve bîtâb düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbâlinin evlâdı!
İşte bu ahvâl ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti'ni kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!"

29 Ekim 2019 Salı

ATATÜRK'ÜN ONUNCU YIL NUTKU NEDEN ÖNEMLİDİR?

  



ATATÜRK'ün, 29 Ekim 1933'te Cumhuriyetimizin kuruluşunun onuncu yılında Ankara'daki kutlama törenleri sırasında yaptığı konuşma "Onuncu Yıl Nutku" olarak tarihe geçmiştir.

Büyük bir imparatorluğun çöküşü sonucu toprakları yağmalanan ve parçalanan, insanları ise köleleştirilmeye çalışılan bir ulusun, yalnızca makus talihini değil, tüm cihan devletlerini de yenerek özgürlüğünü ve onurunu geri aldığı bir dönemin kahramanı ve tanığı evlâtlarına yönelik bu hitap pek çok açıdan önemlidir.


Atatürk'ün; Kurtuluş Savaşını beraber verdiği, her cephesinde birlikte çarpıştığı milletine vefası, sevgisi ve inancı, her cümlesinde kendini gösterir. Bir yandan verilen mücadelenin ne derece büyük ve fedakârca olduğunu anlatırken, öte yandan da gelecek için hedefler belirler.


Büyük ve korkunç savaştan zaferle ancak ağır yıkımla çıkmış millete, ilerleme, gelişme ve çağdaşlaşma yolunda yapılması gerekenleri anlatırken, güvendiği tek dayanak yine milletinin kendisidir.


Çağdaş ve ileri medeniyetler seviyesine ulaşmanın yolu olarak refah, ilim, fen, kültür ve sanata vurgu yapar. Cumhuriyetin varlığını sürdürmesinin anahtarı; milli birlik, beraberlik ve ortak idealler peşinde hareket etmekte, onlar uğruna fedakârlıktan kaçınmaksızın savaşmaktadır.


Ulu Önder; konuşmasını bir millet için olabilecek en güzel temenni ile sonsuza kadar yaşayacak cumhuriyette nice şerefler, başarılar, mutluluklar, huzur ve refah dileyerek "Ne Mutlu Türk'üm diyene" sözleriyle bitirir.


Atatürk'ün 10. Yıl Nutku, sadece bizler için değil, günlük gaileler peşinde büyük hedeflerinden uzaklaşan, kimliğini unutan, iç-dış tehlikeler karşısında dikkati dağılarak zaman zaman yolunu kaybeden her millet açısından örnek alınacak bir "yapılacaklar listesi", başarıya götürecek en kısa "yol haritası"dır.


Cumhuriyetimizin kuruluş yıl dönümünü kutladığımız bugün; her şeyden daha fazla ihtiyacımız; bizi bizden daha iyi anlatan, unuttuklarımızı hatırlatan, aradan geçen onca yıla karşın bize yol gösteren, hedefler koyan bu konuşmadır.


Atatürk'ün Cumhuriyetin 10. yılında yaptığı konuşmayı gösterir aşağıdaki filmi izleyiniz ve metnini bir kez daha okuyunuz.


Kim olduğumuzu sanıyoruz, ama kimiz? Ne yapıyoruz, ama ne yapmalıyız? Atatürk biliyordu...



 



10. YIL NUTKU

 "Türk Milleti,

Kurtuluş Savaşı'nı başladığımızın on beşinci yılındayız. Bu gün Cumhuriyet'imizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu Olsun!

Bu anda büyük Türk Milletinin bir bireyi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.

Yurttaşlarım,
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan, Türkiye Cumhuriyeti'dir.

Bundaki başarıyı Türk Milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve birlik olarak kararlı yürümesine borçluyuz.

Fakat yaptıklarımızı asla yeterli görmeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak zorunda ve kararındayız. Yurdumuzu dünyanın en bayındır ve en uygar ülkeleri düzeyine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah araç ve gereçlerine sahip kılacağız. Milli kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız.

Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş yüzyılların gevşetici anlayışına göre değil, yüzyılımızın hız ve hareket kavramına göre düşünülmelidir. Geçen zamana oranla, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda başarılı olacağımıza asla şüphem yoktur. Çünkü, Türk Milletinin karakteri yüksektir; Türk Milleti çalışkandır. Türk Milleti zekidir. Çünkü Türk Milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk Milletinin yürümekte olduğu gelişme ve uygarlık yolunda, elinde tuttuğu meşale, fen bilimidir. Şunu da önemle belirtmeliyim ki, yüksek bir insan toplumu olan Türk Milletinin tarihsel bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, yaradılışından gelen zekâsını, bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu sürekli olarak her türlü araç ve önlemler besleyerek geliştirmek milli ülkümüzdür.

Türk Milletine çok yaraşan bu ülkü, onu bütün insanlığa gerçek huzurun sağlanması yolunda kendisine düşen uygarlık görevini görevini yapmakta başarılı kılacaktır.

Büyük Türk Milleti,
On beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde başarı vaad eden çok sözlerimi işittin. Mutluyum ki bu sözlerimin hiç birinde, milletimin hakkımdaki güvenini sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.

Bu gün aynı inan ve kesinlikle söylüyorum ki, milli ülküye tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk Milletinin büyük millet olduğunu bütün uygar dünya, az zamanda bir kez daha tanıyacaktır.

Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygarlık niteliği ve büyük ugarlık yeteneği, bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.

Türk Milleti,
Sonsuzluğa akıp giden her on yılda, bu büyük billet bayramını daha büyük şereflerle, mutluluklarla huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.

Ne mutlu Türk'üm diyene!"



Atatürk'ün el yazısıyla,
10. Yıl Nutku


CUMHURİYET NASIL İLÂN EDİLDİ
























Cumhuriyetimizin ilân edilişinin yıl dönümündeyiz. Hepimize kutlu olsun. Aşağıda, Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün, bu güne ilişkin NUTUK'ta anlattıklarından kısa bir bölüm var:

"Efendiler, parti toplantısına son verildi ve hemen arkasından meclis toplantısı başladı. Saat, öğleden sonra altı idi. Yasa teklifi Kanun-u Esasi Encümeni (Anayasa Komisyonu) tarafından usul bakımından incelenerek tutanağı hazırlanırken, meclis başka bazı sorunlarla uğraştı.
Sonunda, başkanlık makamında bulunan başkan vekili İsmet Bey, meclise şu bilgiyi verdi: "Kanun-u Esasi Encümeni, Teşkilat-ı Esasiye Kanununun (Anayasanın) değiştirilmesi ile ilgili tasarının hemen görüşülmesini teklif ediyor." "Kabul!" sesleri üzerine, tutanak okundu. Teklif edildiği gibi görüşüldü.

Sonunda yasa, bir çok konuşmacının "Yaşasın Cumhuriyet!" sesleriyle alkışlanan konuşmalarıyla kabul edildi."
(Alıntı: NUTUK, Hazırlayan:Kemal BEK, Bordo Siyah Yayınları, sf. 728)























"Saygıdeğer efendiler, sizi günlerce meşgul eden uzun ve ayrıntılı konuşmam, ne de olsa, geçmişte kalmış bir dönemin hikayesidir. Bunda, milletim için ve gelecekteki çocuklarımız için dikkati ve uyanıklığı sağlayabilecek bazı noktaları gösterebilmişsem, kendimi mutlu sayacağım.

Efendiler, bu konuşmamla, milli hayatı bitmiş sayılan büyük bir milletin, bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve fennin en son esaslarına dayanan, milli ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.

Bu gün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen milli beleların ortaya çıkardığı uyanıştır ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların bedelidir.

Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum."
(Alıntı: NUTUK, Hazırlayan:Kemal BEK, Bordo Siyah Yayınları, sf. 798)


TARİH BUDUR...


SÖYLE SÖZÜNÜ

Ad

E-posta *

Mesaj *

kimler gelmiş:)

Twitter

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı