KEBİKEÇ

22 Mayıs 2015 Cuma

KAÇ(AMAY)IŞ
















Özlem PEKCAN


Birlikte yaşamak zordur.
Olmasa bile
Göz görür, kulak duyar.


Herşeyden kaçar da belki,
Sustu sandığında vicdan
Bilmez mi ki;
Kendinden uzaklaşamaz insan.

15 Mayıs 2015 Cuma

HAYAL-İ YALAN













Özlem PEKCAN


Bazen zamanı yakalar, 
Bazen bir tutam aşk çalar.
Bazen Yunus diye görünür,
Bazen binbir hale bürünür.

Işıklar altındaki o an,
Sanır ki bir ömür sürer.
Oysa ki hayal-i yalan
Sonsuzda bir zerredir
Parlar ve akıp gider.






11 Mayıs 2015 Pazartesi

Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar “Biz Mektup Yazardık” Sergisi’nde!

İş Sanat Kibele Galerisi’ndeki “Biz Mektup Yazardık” Sergisi geçmişi günümüze taşıyor.
Bursa’nın ufak tefek yolları
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir gülleri
Yiğidim aslanım burda  yatıyor
İşte mürekkep bu dizelerdeki gibi damlar Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun kaleminden… Sanatçı, 64 yıllık hayatına sığdırdığı sanat tutkusunu, aşklarını, sevinçlerini, hüzünlerini, dostluklarını çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği Anadolu’nun naifliğiyle yakın dostu Nâzım Hikmet’e yazdığı bu dizelerdeki gibi aktarır kâğıda ve tuvallere… Onun şiirlerindeki ve tablolarındaki narlar, dutlar, ayvalar kimi zaman sevdiği kadına duyduğu özlemi kimi zamansa amansız bir kara sevdayı anlatır. Babasından Batı Edebiyatı’nı, annesinden Yunus Emre’yi, Karacaoğlan’ı öğrenen sanatçı Anadolu’nun toprak damlı evlerinden, İstanbul’un martılarından, köpüren denizinden, Âşık Veysel’in sazından dem vurur…

Bedri Rahmi Eyüboğlu iç dünyasını tuvallere ve şiirlere aktarırken sanat, edebiyat, siyaset ve iş dünyasının önemli isimleriyle gerçekleştirdiği, yaşadığı döneme ışık tutacak mektuplaşmaları da tarih yolculuğundaki yerlerini alıyor.  Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlayıp Paris’te süren eğitim hayatından, resim tutkusunun peşinden gittiği Anadolu’daki yurt gezilerine kadar sanatçının yaşamından birçok kesiti yansıtan mektuplar, “Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar - Biz Mektup Yazardık” Sergisi ile İş Sanat Kibele Galerisi’nde ilk kez gün yüzüne çıkıyor.
Sergi, hem sanatçının kaleme aldığı hem de kendisine gelen yüzlerce mektubun Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından uzun soluklu ve titiz bir çalışma ile kitaplaştırılmasına paralel olarak hayata geçiriliyor. Sanatçının gelini Hughette Eyüboğlu’nun hazırladığı, editörlüğünü Rûken Kızıler’in üstlendiği kitabın ve serginin tasarımı Emre Senan tarafından gerçekleştirildi.

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Avrupa’da öğrenci olduğu günlerden Akademi’de öğretmen olduğu günlere pek çok anıyı barındıran mektuplar, orijinal olarak sahiplerinin kendi ifadeleriyle ve kendi imzalarıyla ziyaretçilere ulaşıyor. Sadece ressam ve şair olarak değil mozaik, seramik, vitray ve yazma sanatçısı, heykeltıraş, öğretmen ve yazar kimlikleriyle de sanatımıza kalıcı eserler bırakan Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun pek çok isimle sürdürdüğü yazışmaları aynı zamanda sanatçılar arasındaki kuvvetli bağı da gözler önüne seriyor. Her biri tarihi belge niteliğindeki mektuplar; sanatçıların o dönemde yaşadığı ekonomik sıkıntılara dair fikir verirken, yaşanan zorlu koşullara rağmen gerçekleştirdikleri idealleri ile tarihe not düşürebilmeyi başarmış bu insanların umutlarını yitirmediklerini de en iyi şekilde ortaya koyuyor.

Sanatçının Nâzım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Fikret Muallâ, Âşık Veysel, Adalet Cimcoz, Orhan Veli Kanık, Necip Fazıl Kısakürek, İbrahim Çallı, Andre Lhoté, Fahrünisa Zeid, Abidin Dino, Reşat Nuri Güntekin, Cemal Tollu, Nurullah Berk ve Arif Kaptan ile mektuplaşmalarının her biri ziyaretçilerde ayrı bir tat bırakmayı vaat ediyor. İş dünyasının önde gelen isimleri Vehbi Koç ve Nejat Eczacıbaşı’nın mektupları da Eyüboğlu arşivinin önemli parçaları arasında yer alıyor.

Serginin bölümlerinden biri de Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yaşamını şekillendiren iki kadın, eşi ressam Eren Eyüboğlu ve büyük aşk yaşadığı, “Karadutum” dediği Mari Gerekmezyan ile mektuplaşmalarından oluşuyor. Eren Eyüboğlu, büyük aşk yaşadığı Karadut’u sonsuzluğa uğurladıktan sonra eşinin elini bırakmayarak o zor günleri atlatmasına ve resme odaklanmasına yardımcı olacak kadar güçlü iken, diğer taraftan Mari Gerekmezyan ise ölümünün ardından bile gözlerini yaşartacak kadar sevdalı olduğu bir isim.

64 yıllık yaşamına çok şey sığdıran Bedri Rahmi… 
İş Sanat Kibele Galerisi’nde çağdaşlarıyla yazışmalarının ilk kez gün yüzüne çıktığı “Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar - Biz Mektup Yazardık” Sergisi ile anılan sanatçının hayat hikâyesi Trabzon’da başlar. Takvimler 1911 yılını gösterdiğinde Görele Kaymakamı Mehmet Rahmi Bey ve Lütfiye Hanım’ın ikinci çocuğu olarak hayata merhaba der. Asıl adı olan Ali Bedrettin, zaman içinde önce Bedir’e sonra Bedri’ye dönüşür.  Babasının görevi dolayısıyla yerleştikleri Trabzon’daki lise resim öğretmeni ünlü ressam Zeki Kocamemi tarafından keşfedilir. Sanatçı yine bu dönemde edebiyata da merak salar ve ilk şiirlerini yazmaya başlar.

1929’da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne giren Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nazmi Ziya ve İbrahim Çallı gibi Türk resminin mihenk taşlarının öğrencisi olma şansına erişir. Edebiyata olan ilgisinin üzerine düşer ve Ahmet Haşim’den estetik ve mitoloji dersleri alır. 1930’larda hayat onu bu kez Fransa’ya götürür. Dijon ve Lyon’da bir yandan çalışarak Fransızcasını geliştirmeye çalışırken, bir yandan da Gauguin, El Greco, Cezanne gibi beğendiği ressamların eserlerini kopya eder. Sanatçı, ileride hayatını birleştireceği Ernestine Letoni (Eren Eyüboğlu) ile de Fransa’da tanışır. 1940’lı yıllara gelindiğinde kalbine “kara saplı bir bıçak” gibi saplanan Mari Gerekmezyan girer. Asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi’nin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelen Mari Gerekmezyan, Bedri Rahmi’nin bir büstünü yapar, sanatçı bu büste duyduğu minneti Mari’nin çeşit çeşit portrelerini yaparak ve ona şiirler yazarak yanıtlar. Artık bütün İstanbul ve elbette Eren Eyüboğlu bu tutkulu aşktan haberdardır. Bedri Rahmi Eyüboğlu 1975 yılındaki ölümüne kadar geçen çeyrek asrı aşkla, resimle, edebiyatla, dostlarıyla, dönemin önde gelen kültür ve düşünce insanlarıyla bir arada geçirir.

Meraklıları için 5 Mayıs - 20 Haziran arasında İş Sanat Kibele Galerisi’nde ziyaret edilebilecek “Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar - Biz Mektup Yazardık” Sergisi, sanat ve kültür tarihimizde eşine az rastlanır bir iz bırakmayı vaat ediyor. Sergide orijinal el yazılı mektuplar ve sanatçının çizimleriyle süslediği desenli zarfların yanı sıra mektuplaşılan isimlerin Bedri Rahmi Eyüboğlu tarafından yapılmış portreleri de yer alıyor. Serginin ziyaretçilerini güzel bir sürpriz de bekliyor. İsteyen katılımcılara, sanatçının desenleriyle hazırlanmış mektup ve zarflarla sevdiklerine yazma imkânı sunuluyor. Şimdi özlemle andığımız eski günlerdeki gibi mektup yazma zamanı!

Bir boomads advertorial içeriğidir.

8 Mayıs 2015 Cuma

GECE İLE GÜNDÜZ




Özlem Pekcan

Kıyının burnunu soktuğu yerde denize,
Ufuk çizgisinin az daha ilerisinde,
Yer ve gök kavuşurken birbirine,
Gece ile gündüz koşar kayaların üstünde.

Gündüz çocuklar oynar burunun ucunda,
Kahkahaları yarışır martı çığlıklarıyla,
Geceleyin aşıklar buluşunca o uçta,
Fısıltıları karışır yavaştan karanlığa.

Yer ve gök kavuşurlar ya birbirlerine,
Koşsalar da ebediyyen kayaların üstünde
Yazık ki ne gündüz ne de gece,
Yetişemez asla biri diğerine.

5 Mayıs 2015 Salı

BİR MEVTANIN KALEMİNDEN VI: GÜNEŞ




Yazan: Özlem PEKCAN
ozlem.pkcan@gmail.com

Bir mevtanın kaleminden….



Yolun ortasından yürüyen adamı uyarayım derken caddeye fırlamışım. Biz bağrışırken, ona kamyon çarptı, bana da araba. O kurtuldu, bense öldüm.

İşte her şey böyle başladı. Birden kendimi ilâhi düzenin kapısının önünde beklerken buldum. Kayıtları kontrol eden, hoş yüzlü, genç ve kanatlı ilâhi varlık bana “erken geldiğimi, henüz vaktimin dolmadığını” söyledi, ne olduğunu anlayıncaya kadar bir baktım yine dünyadayım, kalan süreyi tamamlamak üzere.
Ve böylece devam etti. Ondan sonra defalarca aynı kapının önünde durdum ve her defasında geri gönderdiler beni.

Son sefer, ilâhi kapının önünde beni yine ilâhi bir varlık karşıladı. Bu sefer ki daha yaşlı ve daha fazla kanatlıydı. Zira öğrendiğim kadarıyla; ruh tekâmül ettikçe, onu karşılayan varlık da ona denk bir olgunlukta oluyor. Sanırım bu geliş-gidişler bende de bazı değişimler yarattı. Yaş olgusunu zaten kaybettim, sanki zaman akmıyor ve ben hep vardım.

-“Ooo,” diyerek karşıladı beni. Bir yandan da kayıtlarıma göz gezdiriyordu. “Epeyce bir gidip-gelmişsin sen.”
-“Evet,” diye bıkkınlıkla cevapladım onu. “Belki de artık içeri girebilirim?” Her ne kadar içimdeki ses aksini söylese de sormadan edemedim.
-“Bir bakalım…” Gerçek bir ilgiyle önündekileri okuyor bir yandan da kendi kendine mırıldanır gibi, benimle konuşuyordu. “İlk defa öldükten sonra, dünyadaki süren dolmadığı için seni tekrar geri göndermişler…”
-“Kedi olarak,” diye tamamladım cümlesini.
-“Evet, sonra yine gelmişsin…”
-“O adi köpek yüzünden, kaçayım derken…”
Hafifçe kıkırdayarak beni tasdikledi ve devam etti: -“Sonra ağaç olarak geri gitmişsin…”
Ben arkasından saymaya başladım: -“Sonra kaplumbağa, sonra dağ hem de sıradağlar şeklinde, sonra nehir, hatta bir keresinde denizatı, en sonunda da okyanus… Ama o bile kurudu ve işte ben yine geri geldim.”

Bir an tereddüt ettiysem de sormadan duramadım doğal olarak: -“Sence artık içeri alırlar mı beni?” diye sordum.

O ise cevap vermedi, bir takım hesaplamalara dalmıştı. Kimbilir ne kadar zaman sonra kayıt yığınından başını kaldırdı, olumsuz bir şekilde başını salladı:
-“Üzgünüm,” dedi “ama süren dolmamış henüz, hâlâ alacağın var. Korkarım bir kez daha dönmen gerek.”
-“Ben alacak falan istemiyorum, ne olur içeri alın artık beni, vazgeçtim ben alacağımdan,”diye itiraz ettim.
Kati bir şekilde başını salladı: -“Olmaz. İlâhi düzenin senden alacağı olabilir belki, ama sen alacaklı kalamazsın. Hesabın tutması gerek. Maalesef bir kez daha geri gitmen gerek.”

Belki de çok yıkılmış ve perişan göründüğümden, belki de bilmediğim başka bir ilâhi kural yüzünden bana merhamet gösterdi sanki ve dedi ki: -“Bak, sana bir teklifim var. Bu sefer ne olmak istediğini sen seç.”

Bir an içim umut doldu: -“Ne istersem olabilir miyim?”

“Evet” anlamında başını salladı.
-“İnsan olarak geri dönebilirim yani?”
-“Eğer istersen, neden olmasın?” diye cevapladı beni.

Yeniden insan olmak, yeniden bir ömür sürmek ve belki de bu sefer yaşlanıp, çoluk çocuğa karışarak ölmek. Ne muhteşem!

Fakat sonra içimden bir ses, daha doğrusu bir şüphe fısıldadı: -“Ya yine alacaklı kalırsan? Ya yine geri dönmek zorunda kalırsan, bir daha, bir daha, bir daha…”

Kararımı vermiştim: -“Ne olacağım fark etmez, ama hesap tutsun ve bir daha geldiğimde bu kapıdan dönmeyeyim. Beni öyle bir şeye dönüştür.”

Bir ışık parladı ve etrafımı sardı…

***

İşte o benim. Her sabah ışıklarıyla perdelerden, pencerelerden içeri sızan, ekinleri, toprağı, insanları besleyen, ısıtan, geliştiren, akşam olunca da pılısını-pırtısın toplayıp, diğer yarı küreye taşınan. Ama aslında hiç yok olmayan, hep orada olan, her şeyin tanığı, tüm acıların, sevgilerin, nefret ve korkunun. Bilimin, teknolojinin, varlığın ve yokluğun. Kocaman evrende minicik bir nokta, zaman denizinde var ama kayıp, yine de dünyanın enerji kaynağı, varlık nedeni: Güneş.

İçinde sonsuz patlamalar barındıran, her infilâk ile hem tükenen, hem yeniden artan-çoğalan. Çok yakın ama aslında çok uzak. İşte o benim: Güneş.

Bekliyorum. Zaman yok artık benim için. Varlık da, hiçlik de yok. İlâhi düzenin beni konumlandırdığı evrende her şey ben, ben de her şeyim sanki. Dünyada ve bana ait sistemde ışınlarımın eriştiği her bir düzlem ve varlık yansıyor bende, ben de onlardan yansıyorum.

Bekliyorum, uzayın derinliğinde, etrafımda başka sistemler, başka güneşler ve evrenlerle. İçimdeki patlamalar bir yandan tüketirken, bir yandan da umduğum bir sona yaklaştırıyor beni. Ve hep aynı soru bende: -“Ey İlâhi Düzen, bu defa alacak mısın beni kapıdan içeri?”


-Bitti (mi?)-

1 Mayıs 2015 Cuma

EBRULİ AŞK

Yazan: Yelda S.

Zaman zaman bir yalnızlık bestesi çalınır.
Dramatik değil dingin bir melodi,
Rengi pastel pembeden sarıya dönük ebruli.
 
Zaman zaman hayat daralır, havada asılı kalınır.
Herşeyi serbest bırak, zamanıdır.

Beste hızlanır allegro olur, bir ihtimal.
Aşk da, sevgi de...
.... 

Sonra herşey çıkıp geldi, Cemal Süreyya'nın dediği gibi.

30 Nisan 2015 Perşembe

KAFES








gülüm pekcan dans tiyatrosu kafes adlı oyununu 1 mayıs cuma saat 20.00 da  ankara güniz sok. 44-4 adresindeki oda tiyatrosunda ücretsiz olarak sergileyecektir.

SÖYLE SÖZÜNÜ

Ad

E-posta *

Mesaj *

kimler gelmiş:)

Twitter

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı