Bir mevtanın
kaleminden….
Yolun ortasından
yürüyen adamı uyarayım derken caddeye fırlamışım. Biz
bağrışırken, ona kamyon çarptı, bana da araba. O kurtuldu,
bense öldüm.
İşte her şey böyle
başladı. Birden kendimi ilâhi düzenin kapısının önünde
beklerken buldum. Kayıtları kontrol eden, hoş yüzlü, genç ve
kanatlı ilâhi varlık bana “erken geldiğimi, henüz vaktimin
dolmadığını” söyledi, ne olduğunu anlayıncaya kadar bir
baktım yine dünyadayım, kalan süreyi tamamlamak üzere.
Ve böylece devam etti.
Ondan sonra defalarca aynı kapının önünde durdum ve her
defasında geri gönderdiler beni.
Son sefer, ilâhi
kapının önünde beni yine ilâhi bir varlık karşıladı. Bu
sefer ki daha yaşlı ve daha fazla kanatlıydı. Zira öğrendiğim
kadarıyla; ruh tekâmül ettikçe, onu karşılayan varlık da ona
denk bir olgunlukta oluyor. Sanırım bu geliş-gidişler bende de
bazı değişimler yarattı. Yaş olgusunu zaten kaybettim, sanki
zaman akmıyor ve ben hep vardım.
-“Ooo,” diyerek
karşıladı beni. Bir yandan da kayıtlarıma göz gezdiriyordu.
“Epeyce bir gidip-gelmişsin sen.”
-“Evet,” diye
bıkkınlıkla cevapladım onu. “Belki de artık içeri
girebilirim?” Her ne kadar içimdeki ses aksini söylese de
sormadan edemedim.
-“Bir bakalım…”
Gerçek bir ilgiyle önündekileri okuyor bir yandan da kendi kendine
mırıldanır gibi, benimle konuşuyordu. “İlk defa öldükten
sonra, dünyadaki süren dolmadığı için seni tekrar geri
göndermişler…”
-“Kedi olarak,” diye
tamamladım cümlesini.
-“Evet, sonra yine
gelmişsin…”
-“O adi köpek
yüzünden, kaçayım derken…”
Hafifçe kıkırdayarak
beni tasdikledi ve devam etti: -“Sonra ağaç olarak geri
gitmişsin…”
Ben arkasından saymaya
başladım: -“Sonra kaplumbağa, sonra dağ hem de sıradağlar
şeklinde, sonra nehir, hatta bir keresinde denizatı, en sonunda da
okyanus… Ama o bile kurudu ve işte ben yine geri geldim.”
Bir
an tereddüt ettiysem de sormadan duramadım doğal olarak: -“Sence
artık içeri alırlar mı beni?” diye sordum.
O
ise cevap vermedi, bir takım hesaplamalara dalmıştı. Kimbilir ne
kadar zaman sonra kayıt yığınından başını kaldırdı, olumsuz
bir şekilde başını salladı:
-“Üzgünüm,”
dedi “ama süren dolmamış henüz, hâlâ alacağın var. Korkarım
bir kez daha dönmen gerek.”
-“Ben
alacak falan istemiyorum, ne olur içeri alın artık beni, vazgeçtim
ben alacağımdan,”diye itiraz ettim.
Kati
bir şekilde başını salladı: -“Olmaz. İlâhi düzenin senden
alacağı olabilir belki, ama sen alacaklı kalamazsın. Hesabın
tutması gerek. Maalesef bir kez daha geri gitmen gerek.”
Belki
de çok yıkılmış ve perişan göründüğümden, belki de
bilmediğim başka bir ilâhi kural yüzünden bana merhamet gösterdi
sanki ve dedi ki: -“Bak, sana bir teklifim var. Bu sefer ne olmak
istediğini sen seç.”
Bir
an içim umut doldu: -“Ne istersem olabilir miyim?”
“Evet”
anlamında başını salladı.
-“İnsan
olarak geri dönebilirim yani?”
-“Eğer
istersen, neden olmasın?” diye cevapladı beni.
Yeniden
insan olmak, yeniden bir ömür sürmek ve belki de bu sefer
yaşlanıp, çoluk çocuğa karışarak ölmek. Ne muhteşem!
Fakat
sonra içimden bir ses, daha doğrusu bir şüphe fısıldadı: -“Ya
yine alacaklı kalırsan? Ya yine geri dönmek zorunda kalırsan, bir
daha, bir daha, bir daha…”
Kararımı
vermiştim: -“Ne olacağım fark etmez, ama hesap tutsun ve bir
daha geldiğimde bu kapıdan dönmeyeyim. Beni öyle bir şeye
dönüştür.”
Bir
ışık parladı ve etrafımı sardı…
***
İşte
o benim. Her sabah ışıklarıyla perdelerden, pencerelerden içeri
sızan, ekinleri, toprağı, insanları besleyen, ısıtan,
geliştiren, akşam olunca da pılısını-pırtısın toplayıp,
diğer yarı küreye taşınan. Ama aslında hiç yok olmayan, hep
orada olan, her şeyin tanığı, tüm acıların, sevgilerin, nefret
ve korkunun. Bilimin, teknolojinin, varlığın ve yokluğun. Kocaman
evrende minicik bir nokta, zaman denizinde var ama kayıp, yine de
dünyanın enerji kaynağı, varlık nedeni: Güneş.
İçinde
sonsuz patlamalar barındıran, her infilâk ile hem tükenen, hem
yeniden artan-çoğalan. Çok yakın ama aslında çok uzak. İşte o
benim: Güneş.
Bekliyorum.
Zaman yok artık benim için. Varlık da, hiçlik de yok. İlâhi
düzenin beni konumlandırdığı evrende her şey ben, ben de her
şeyim sanki. Dünyada ve bana ait sistemde ışınlarımın eriştiği
her bir düzlem ve varlık yansıyor bende, ben de onlardan
yansıyorum.
Bekliyorum,
uzayın derinliğinde, etrafımda başka sistemler, başka güneşler
ve evrenlerle. İçimdeki patlamalar bir yandan tüketirken, bir
yandan da umduğum bir sona yaklaştırıyor beni. Ve hep aynı soru
bende: -“Ey İlâhi Düzen, bu defa alacak mısın beni kapıdan
içeri?”
-Bitti (mi?)-
Yazan:
Özlem Pekcan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder